DÜNYAİNSAN HAKLARI

ABD, Biyolojik silahlar ve korona virüs

Amerika terör devleti dünyanın en büyük silahlı kuvvetleri ve en yüksek askeri bütçeye sahip olan ülkesidir.

Amerika askeri gücünü her zaman iki ayrı alanda geliştirmeye çalışmıştır.

Amerika’da hava, kara ve deniz kuvvetlerinin yanı sıra deniz piyadeleri ve sahil güvenlik birliklerinin kullandığı konvansiyonel silahlar, genellikte dünyanın tüm orduları kullandığı silahlar kullanılır ve top, tank, zırhla araç, askeri uçak, savaş gemisi ve denizaltı gibi silahları ve teçhizatı kapsar.

Ancak Amerika ordusunun önemli oranda kullandığı diğer silahlar, konvansiyonel olmayan silahlardan, yani nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlardan oluşuyor. Amerika terör devleti soğuk savaş yıllarında ve hatta sonrasında konvansiyonel olmayan silahların üzerine devasa yatırım yaptı ve bugün en büyük nükleer, kimyasal ve biyolojik silah fabrikaları bulunuyor. Amerika’nın askeri bazda en insanlık dışı uygulaması, biyolojik silahları geliştirmektir. Bu tür silahlar beşeriyete karşı olup kitle imha silahları olarak kullanılır.

Biyolojik silahlar her türlü mikro organizmayı veya zehirleri içeren ve insanlara ciddi zarar vermek veya öldürmek üzere kullanılan silahlardır. Bu tür biyolojik etkenlerden belli bir kişiyi veya belli bir kitleyi yok etmek için yararlanılır. Ancak eğer çevre kullanılan biyolojik etkene bulaşırsa, bu kuz uzun vadeli ve çok geniş boyutlarda beşeri toplumları tehdit eder. Bunun son dönemde dünyaya yayılan ve pandemi ilan edilen Covid-19 adı ile anılan korona virüs salgınıdır.

Bir toplumun sağlık sistemi tarafından bilinmeyen ve bu yüzden tedavisi için de herhangi bir yöntem ve ilaç geliştirilmeyen tehlikeli bir bakteriyi o topluma bulaştırmak, ya da şiddetli bir şekilde tehlikeli ve bulaşıcı olan ölümcül bir virüsü yaymak, ya da bir ülkenin su kaynaklarını oldukça tehlikeli ve hızla çoğalan bir mikro organizmadan bir kaç kilogramla bulaştırmak ve yine bunun gibi onlarca örnek, biyolojik silahların temelini oluşturan durumlardır.

ABD Savunma eski bakanlarından William Koher bu konuda yaptığı açıklamada, 100 kilogram şarbon etkeni ile yapılacak bir terör saldırısı, bir megaton ağırlığında bir nükleer bomba ile yapılacak saldırıdan altı kat daha fazla ölümcül olacağını belirtmişti.

Bu arada 1925 Cenevre konvansiyonu ve yine 1975 biyolojik silahlar konvansiyonu her türlü biyolojik silahların üretimini ve geliştirilmesini yasakladığını hatırlatmakta yarar görüyoruz

ABD ordusu ikinci dünya savaşı başlamadan önce biyolojik silahların üzerinde araştırma geliştirme çalışmalarına başladı. 1942 yılında ABD ordusu sıhhiye komutanlığı hali hazırda 490 hektarlık bir alana yayılan Maryland eyaletinde Fort Detrick askeri üssünde bir milyon dolarlık bütçe ile biyolojik silah laboratuvarlarını açtı. Bu programın amacı biyolojik saldırılara karşı savunma mekanizmalarını geliştirmek ve aynı şekilde karşı saldırı düzenleme kabiliyetine kavuşmaktı. İkinci dünya savaşının sonuna kadar bu üste kurulan laboratuvarlar birçok ölümcül biyolojik etken üzerinde araştırma yapmaya başlamıştı.

İkinci dünya savaşından sonra Amerika devleti ek bütçelerle tehlikeli çalışmasını daha da genişletti ve ölümcül silahlarını insanların üzerinde denemeye başladı. Söz konusu askeri araştırma laboratuvarlarda çeşitli bakteriler ve virüsler, bazen konudan hiç bir haberi olmayan insanların üzerinde test ediliyordu. Bu araştırmalarda Afrika ülkeleri, Vietnam, Küba, Kuzey Kore, Avrupa ve diğer bazı ülkelerin yanı sıra binlerce Amerikalı asker ve sivil de hedef tahtasına oturtuldu.

Bu program 1969 yılına kadar Fort Detrick askeri üssünde devam etti, tak bu yılda Amerika devleti görecede biyolojik silahların üzerinde araştırmalarını resmen bir kenara bıraktı ve burada araştırma merkezinin amacını biyolojik silah yerine aşı üretmeye ve epidemik hastalıkları önlemeye ve türlü hastalıkları araştırmaya çevirdi. Ancak bu karar hiç bir zaman gerçekte uygulanmadı ve biyolojik silah programı gizlice devam etti.

11 Eylül 2001 olaylarından sonra oğul Bush’un yeni muhafazakar yönetimi beklenmedik bir çıkış yaparak biyolojik silahların üzerinde yeni araştırmaların yapılması için yüklü bir bütçe tahsis etti ve bu bütçenin önemli bir bölümü Fort Detrick üssündeki laboratuvarlara verildi. Gerçekte Amerikalı yetkililere şarbon etkeni ile bulaştırılan mektupların gönderilmesi Washington yönetimi için vatandaşlarını ve kongre üyelerini “düşman bize karşı biyolojik silah kullanıyor” yaftası konusunda ikna etme bahanesi oldu ve böylece hastaların tedavisi için harcanması gereken bütçe biyolojik silah araştırmalarına ayrıldı.

Oğul Bush yönetiminin biyolojik silahların üzerinde araştırma geliştirme faaliyetleri yeniden başlaması yönündeki talimatı üzerine ABD ordusu Fort Detrick askeri üssündeki enfeksiyon hastalıkları askeri enstitüsünü yeni bir laboratuvara çevirdi ki görecede biyolojik savunma alanında faaliyet yürüten büyük bir kompleksin bir parçasıydı.

ABD ordusu o sıralarda bir açıklama yaparak biyolojik silahların üzerinde araştırmaların geliştirilmesi sırf savunma amaçlı olduğunu ve taarruz amaçlı boyutu söz konusu olmadığını iddia etti.

Fort Detrick askeri üssündeki biyolojik silahlar laboratuvarında yaklaşık 1800 bilim adamı ve uzman, bakteriler ve virüsler gibi ölümcül etkenlerin üzerinde araştırma yapıyor. Ancak ABD ordusu bu devasa tesislerde aşı ürettiğini ve biyolojik etkenlere karşı savunma yöntemleri geliştirdiğini iddia ediyor.

ABD ordusunun biyolojik silahlarla saldırı amaçlı programı bulunmadığı yönündeki iddialarına rağmen bu iddianın kesin yalan olduğu açıkça ortadadır. Nitekim birçok bilim adamı ABD ordusu ve devletinin bu alandaki mazisini rasat ederek gerçeklere ışık tutmaktadır.

Ilinoise üniversitesi hukuk hocası prof. Fransis Boyle, Fort Detrick üssünü çeşitli normal ve genetiği değiştirilmiş hastalık etkenlerini toplamak, geliştirmek, değiştirmek, depolamak, paketlemek ve yaymakla suçluyor. Prof. Boyle, bu tür faaliyetlerin ve silah olarak kullanılabilecek hastalık etkenleri üzerinde çalışmaların açıkça saldırı amaçlı silahları geliştirme programı uygulandığını gösterdiğini kaydediyor.

California üniversitesi mikro biyoloji hocası Mark Velis ise Fort Detrick üssündeki faaliyetlerin hakkında şöyle diyor: Aslında bunu sormaya bile gerek yoktur. Burada saldırı amaçlı biyolojik silahların yapımı için neler yapılabileceği bellidir. Biz, yani Amerika, çeşitli amaçlar için yeni hastalık etkenlerini geliştiriyoruz. Biz bu etkenlerin ambalajı ve yayılması için yeni yöntemleri bulmak istiyoruz. Biz bu hastalık etkenlerini doğanın yok edemeyeceği şekilde geliştirmeye çalışıyoruz.

Amerika’nın 1932 yılından bu yana biyolojik silah kullanma mazisine bakıldığında, insan hakları ve Batı medeniyetinin bayraktarlığı iddiasında bulunan bu devletin şimdiye kadar birçok kez ABD içinde ve dünyanın başka bölgelerinde çeşitli tehlikeli ve ölümcül biyolojik etkeni kullandığı anlaşılır. Amerika devleti ilk etapta bu tür ölümcül biyolojik etkenleri kendi halkına ve özellikle azınlıklara ve mahkumlara karşı kullandı.

Bu konuda ise iki önemli ve belirgin hadise dikkat çekiyor.

1932 yılında Amerika genel sağlık hizmetleri idaresi sifilis hastalığının nihai aşamasını Alabama eyaletinde 399 siyahi vatandaşı üzerinde denedi. Bu insanların hiç biri maceranın aslını bilmiyor ve Amerika devleti onlara bir nevi sağlık hizmeti sunduğunu zannediyordu. Bu insanların hepsi sifilis hastalığına yakalandı ve acı çekerek öldü.

Yine 1940 yılında Şikago hastanesinde 400 mahkum sıtma hastalığına bulaştırılarak üretilen yeni bir ilacın tesiri denendi.

1951 yılında ise Pentagon laboratuvar dışında ve açık alanda ölümcül virüsleri denemeye başladı. Bu çalışma 1969 yılına kadar devam etti ve deneylerin yapıldığı bölgede birçok insan etkilendi.

İş bunlarla da bitmedi. 1977 yılında senatoda bilimsel ve sağlık araştırmaları ile ilgilenen büro, 1949 ila 1969 yılları arasında Amerika’da 239 yerleşim bölgesi tehlikeli biyolojik etkenlere bulaştığını açıkladı.

ABD ordusunun eski bilim adamı Dr. Hanley Watson Wolternet’e yazdığı mektupta ABD ordusu 1950 yılından 1976 yılının ortalarına kadar birçok insanın üzerinde biyolojik deney yaptığını ve Amerika’nın 12 noktasında biyolojik saldırı düzenlediğini ifşa etti.

1987 yılında Amerika savunma bakanlığı Pentagon, biyolojik silahları yasaklayan konvansiyonu imzalamaya rağmen bu alanda araştırmalar 127 merkez ve üniversitede devam ettiğini kabul etti.

ABD kongresinin 1986 yılında yayımladığı rapora göre, Amerika’nın kullandığı biyolojik silahlar genetiği değiştirilmiş virüsler, doğal zehirler ve benzeri maddelerdi ve sebebiyet verdikleri hastalıkların hiç birinin aşısı yoktu.

1969 yılında ABD kongresi Pentagon’a 10 milyon dolarlık bir bütçe tahsis ederek bu kurumdan beş ila on yıl içinde insanların doğal savunma sistemi karşısında hiç bir şey yapamayacağı bir etken üretmesini istedi. Bir kaç yıl sonra, yani 1980’li yılların başında kongrenin talep ettiği özellikleri taşıyan HIV virüsü AIDS hastalığına yol açtı.

1970’li yıllarda Amerika beşeri ırklara özel biyolojik silahları geliştirme ve üretme faaliyetlerini arttırdı. Bu tür biyolojik silahlarda özel hastalıklara sebebiyet veren biyolojik etkenler belli beşeri ırkları etkiliyor. Gerçekte bu silahlar belli bir ırkı yok etmek amacıyla tasarlanıyor.

Ekim 2019’da Independent gazetesi bir rapor yayımlayarak bir grup bilim adamı ve hukukçu, ABD ordusunun bazı haşereleri kullanarak bazı virüsleri yayma programı üzerinde çalıştığı, bu konu yeni biyolojik silahların ortaya çıkmasına yol açacağı konusunda uyarıda bulunduğunu duyurdu. Söz konusu bilim adamları ve hukukçular Amerika ordusu genetiği değiştirilmiş bazı virüsleri haşerelerin aracılığı ile kullanarak dünya genelinde istedikleri her yerde tarım ürünlerini bu tür virüslere bulaştırmak istediğini belirtti. Kuşkusuz Amerikan ordusunun bu uygulaması büyük facialara yol açacak ve küresel biyoloji güvenliğini ciddi bir şekilde tehdit edecektir.

Amerika devleti dış düşmanlarına karşı birçok kez biyolojik silah kullanmıştır. ABD ordusu ayrıca biyolojik silahları arasında haşereleri kullandığı da bilinmektedir. ABD ordusu 1954 yılında bu tür haşereleri taşıyan bombaları denedi. Bu deneyden bir kaç yıl sonra Sovyetler Birliği Amerika’yı bu bombaları Çin ve Kuzey Kore’ye karşı kullanmakla suçladı.

1981 yılında Küba devleti, ABD ordusunun biyolojik saldırısı sonucunda 300 bin Kübalı vatandaşın Dang Humması hastalığına yakalandığını duyurdu. Bu hastalığa ölümcül bir virüs yol açıyor ve hasta şiddetli kanama yüzünden hayatını kaybediyor.

Sovyetler Birliği de 1980’li yıllarda yaptığı ifşaatta Amerika Dang Humması adlı hastalığı yaymak üzere Pakistan ve Afganistan’a bazılarını gönderdiğini belirtti.

Amerika 1983 yılında Saddam rejimini İran’a karşı donatmak üzere bu rejime biyolojik silah verdi.

Amerika devleti 1975 yılından itibaren yürürlüğe giren ve üyesi olduğu biyolojik silahlar konvansiyonuna rağmen pratikte insanlık dışı bu tür silahların her türlüsünü geliştiren ülkelerin başını çekiyor.

Ağustos 2019’a kadar 183 ülke bu konvansiyona katıldı. Yine ilginçtir ki Amerika bu konuda suçlanmalardan kaçmak üzere kendini bu konvansiyonun sıkı taraftarı gibi gösteriyor.

ABD dönem Dışişleri Bakanı Hillary Clinton 5 Aralık 2011’de İsviçre’de düzenlenen biyolojik silahlar konvansiyonunu gözden geçirme konferansında şöyle dedi: Amerika olarak biyolojik silahların kontrol altına alınması yolunda uluslararası çabalarda daha fazla duyarlı davranılmasını umuyoruz.

ABD dönem Başkanı Obama da 22 Eylül 2011’de BM genel kurulunda yaptığı konuşmada biyolojik silahların tehlikesi uluslararası duyarlılığı gerektirdiğini belirterek bu tehlikeyi önlemek ve mücadelede iş birliği çağrısı yaptı

Her halükarda şimdiye kadar birçok kez insanlara ve başka ülkelere karşı biyolojik silah kullanan Amerika bu konuda söz hakkına sahip olabilecek son ülkedir. Amerika’nın biyolojik silahların yayılmasından kaygı duyduğunu ileri sürmesi tamamen kamuoyunu kendi çirkin faaliyetlerinden saptırmaya yöneliktir. Bu süreçte kaygı verici durum, uluslararası konvansiyonların icra güvencesi ve titiz gözetim mekanizmasından yoksun olmasıdır. Üstelik bu tür silahların uluslararası anlaşmaları ve konvansiyonları hiçe sayan ve dünyanın birçok yerinde savaşlarda biyolojik ve diğer ölümcül kitle imha silahlarını kullanan Amerika gibi bir devletin elinde olması daha da kaygı vericidir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu