Küçük Manşetler

Ahmet VAROL-Değinmeler

Ahmet Varol’un 14.06.2012 tarihli  yeni akit gazetesindeki köşe yazısı değerlendirmenize sunulmuştur .Yazar her ne kadar :Bu arada Baas zulmünün Libya’daki Kaddafi zulmü gibi gittikçe köşeye sıkıştığı anlaşılıyor desede suriyedeki durumun gerçekten böyle olmadığını herkez iyi biliyor zira suriyede bir baas zulmu olmadığı gibi terör çetelerinin canice eylemleri vardır. Zaten sayın yazar hangi kaynaktan beslendiğini yazısında belirtmiş durumda bu kaynak ise suriye muhalefeti denen terör şebekesinin arkasındaki  el-cezireden başkası değil.Katar merkezli siyonist sermayeli el-cezirenin nasıl uydurma ve yalan  haber yaptığını ise bilmeyen yoktur sanırız.

yeri gelmişken rabbimizin bir ayetini hatırlatmadan geçmeyelim

”Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın”(hucurat-6)

Buyrun sayın Ahmet Varolun DEĞİNMELER başlıklı yazısı

Suriye’deki gelişmeler ve Baas diktasının katliam, zulüm ve vahşet konusunda artık gemi iyice azıya almış olması İslâm dünyasında birçok önemli gelişmeyi gölgede bırakıyor.

Fakat bu arada Baas zulmünün Libya’daki Kaddafi zulmü gibi gittikçe köşeye sıkıştığı anlaşılıyor. Çatışmaların Şam’ın merkezine doğru yaklaşması bunun işaretini veriyor. Baas diktasının ise kontrolü tümüyle kaybetmemek için son zamanlarda bir mezhebi tasfiye yaptığına dair yorumlar var. Özellikle çevresi Nusayri köylerle çevrilmiş Sünni köylerinin yoğun saldırılara ve katliamlara maruz kalmasının bunun işaretlerini taşıdığı olayları yakından izleyen yorumcular tarafından dile getiriliyor. Geçen akşam el-Cezire’de yayınlanan bir ateşli tartışmada Suriye’de Baas diktasının dört vilayette kontrolü kaybetmesinin hatırlatılması üzerine Bağdat’ın bile düşmesinden sonra Saddam’ın üç yıl Irak’ta varlığını koruyabildiğinden söz edilmesi Baas diktasının artık hakimiyeti koruma konusunda ciddi tereddütler yaşadığını, bu yüzden etnik veya mezhebî kimliğe dayalı bir bölgesel hâkimiyet hesapları yaptığı yorumlarını teyit eder nitelikteydi. Bu durum Suriye’yi mezhepçi ve ayrımcı politikalarla parçalamak ve iç savaşa sürüklemek isteyenlerin kimler olduğunu bir kez daha gözler önüne sermeye başladı. İkinci olarak da zihinler Baas katliamlarıyla meşgulken işgalci siyonistlerin gündelik katliamlarına gitmiyor, dolayısıyla herhangi bir tepki ve tedirginlik oluşmuyor. Bu fırsatı değerlendirmeye çalışan işgalci siyonistler bir yandan Gazze’ye yönelik saldırılarını artık gündelik hale getirirken bir yandan da tutsakların açlık grevi karşısında kabul etmiş oldukları anlaşmayı ihlallerini her geçen gün artırarak eski uygulamalara geri dönmeye çalışıyorlar. Suriye’deki vahşet ve katliamların gündemi iyice meşgul etmesi Kudüs’teki yahudileştirme faaliyetlerinin ve özellikle Mescidi Aksa’yı tehdit eden kazı faaliyetlerinin artırılmasının da önünü açmış görünüyor. O bakımdan Müslüman halkların bir yandan Baas zulmünün bir an önce gitmesi için Suriye direnişine destek olma konusunda daha aktif bir faaliyet göstermesi bir yandan da Kudüs davasını ihmal etmemesi, gündeminden düşürmemesi gerekir.
Irak’ta kirli oyunların kulpu haline gelen Maliki’nin sultasına son verilmesi için yapılan girişimlerin başarısız kalmasının sebebi tabii ki sadece Talabani’nin takoz olması değil. Suriye’deki zalim Baas diktasına destek verenler Irak’ta da Maliki’nin arkasında duruyor, onun saha dışına çıkarılmasına müsaade etmek istemiyorlar. Perdenin önünde birbirlerini başkalarına karşı öcü olarak kullananların Suriye’de Baas diktasının ve Irak’ta Nuri el-Maliki’nin kirli oyunlarının devam edebilmesi için perde arkasında ittifak oluşturmaları düşündürücü. Çıkar bağlantıları ve hesapları bu gibi oyunların ve taktiklerin uygulamaya geçirilmesini kolaylaştırıyor. Maliki’nin düşürülmesi için imza verenlerden bazılarının hemen birilerinin devreye girmesiyle imzalarını geri çektiklerini açıklamaları Talabani’nin de yeterli sayıya ulaşılmadığını ileri sürerek önergeyi devreye sokmamakta ısrarlı davranması acaba kimlerin hesabı?
Afganistan’da artık işgal güçlerinin gazının tükenmekte olduğu yapılan açıklamalardan anlaşılıyor. Örneğin bir açıklamada NATO’nun Afganistan’daki yenilgisinden Pakistan’ı sorumlu tutması öncelikle yenilginin itirafı anlamına geliyordu. Fakat buna bir suçlu bulunmasına ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor. Ancak Bosna – Hersek’te olduğu gibi burada da direniş tarafını emperyalist güçlerin hesaplarını çok fazla alt üst etmeyecek bir plana zorlayabilmek için son çıkış yolu olarak yine sivil hedeflere yönelik korkunç saldırılarla katliamlar gerçekleştirdikleri gözleniyor. Yani Suriye’de Baas vahşetinin izlediği metodun aynısı. Yok aslında birbirinizden farkınız! Öyleyse hep birlikte çukura yuvarlanacaksınız.

İlgili Makaleler

4 Yorum

  1. nedense süriyeyi esadı destekleyenler ırakı destekleyenler hep yanlış safta oluyorlar. nedense esad, maliki katliamcı dikte oluyurlar. nedense bunlar hep yanlış iken biri kalkıpta abd israil ve türkiyenin politikalarından söz etmiyor. neden mi çünkü haşa onlar hata yapar mı onlar hep haklı çünkü :(( işte abd israil ekseninde olanların zihniyeti bu kadar olur. niye haklılar çünkü bu tip yazarların paralarını abd israil veriyor. çünkü israil zihniyeti bunların içine sinmiş ve ağbabaları haline gelmiş. ulan çatlayın adi herifler kahrınızdan ölün .ruhları dahi satılmış olan bu zihniyetin sonu yakındır elbet ..

  2. şimdi demek lazım “…. Malikiyi Amerika ve İran getirdiyse -ki buna kargalar bile güler- Amerikanın bölgedeki uzantıları başta Türkiye ve Barzani ne diye Amerikanın getirdiği adamı bitirmeye çalışıyorlar, komplo üstüne komplo kuruyorlar.Demekki bu adamlar hem büyük şeytan Amerikayı hem de bölgedeki uşaklarını ve sizin gibi……….. da rahatsız ediyor. selam olsun onlara…

  3. Ahmet varolun 2008-2009-2010 yazılarını sunuyoruz.şimdi bunlar dün mü yalan söylüyorlardı bugün mü. dün mü satılmışlardı bugün mü? siz karar verin.Sayın editör lütfen bu yazıyı yayınlayın.bazı siteler yanlı davranıyor hoşuna gideni yayınlıyor işine gelmeyeni yayınlamıyor.

    Bugünkü Suriye

    http://www.vahdet.info.tr/isdunya/dosya7/2046.html

    3 Şubat 2010 Çarşamba, Vakit gazetesi

    Dün yani 2 Şubat 2010, Suriye’de Hama katliamının gerçekleştirilmesinin yirmi sekizinci yıldönümüydü. Mazlum-Der de isabetli bir tercihle bu olayın yıldönümüne denk getirerek Suriye’deki insan hakları ihlalleri sorununu gündeme taşıyan bir raporu basına açıklayarak kamuoyunun gündemine taşıdı. Ben şahsen Mazlum-Der’in basın toplantısına katılma imkânı bulamadım. Fakat Suriye’deki insan hakları ihlalleri sorunuyla ilgili geniş çaplı raporu temin ederek gözden geçirdim. Raporun bu ülkedeki insan hakları ihlalleriyle ilgili önemli yaralara neşter vurduğunu, öncelikli konulara temas ettiğini ve dikkate alınması gereken vurgular yaptığını söyleyebilirim. Rapor ayrıntılı ve kapsamlı olduğu için içeriğine burada girme imkânımız olmayacak. Rapor Mazlum-Der’in kendi web sitesinde de yayınlanarak isteyenlerin ilgisine sunuldu. Ayrıca, Allah izin verirse biz de bu hafta Özel FM’de yayınlanacak Dünya Döndükçe adlı programımızda özetle de olsa ele almaya ve içerdiği bilgilerden bazı notlar aktarmaya çalışacağız.

    Suriye ile Türkiye arasındaki ikili ilişkilerin geliştirilmesini ve yakınlaşmayı her zaman desteklediğimizi yazılarımızı takip edenler bilirler. Yönetimde olanların siyasi çizgileri ne olursa olsun İslâm coğrafyasındaki ilişkilerin iyileştirilmesini, karşılıklı sorunların giderilmesini ve işbirliğinin güçlendirilmesini her zaman olumlu görüyor ve destekliyoruz. Türkiye’yle Suriye arasındaki ikili sorunların giderilmesini ve işbirliğinin güçlendirilmesini de aynı çerçevede ele alıyor ve olumlu buluyoruz. Bu yakınlaşma ve işbirliği yönetimlerden önce her iki ülkenin halkının yararınadır. Dolayısıyla bu ilişkileri daha da güçlendirmek, karşılıklı yardımlaşmanın alanını mümkün olduğunca genişletmek gerekir.

    Sıkça ziyaret ettiğim Suriye’de halkın da Türkiye’yle ilişkilerin güçlendirilmesinden ve işbirliğinin artırılmasından son derece memnun olduğunu müşahede ettiğimi söylemeliyim. Vizelerin kaldırılması suretiyle ziyaretlerin kolaylaştırılması bizim için olduğu kadar Suriyeli kardeşlerimiz için de son derece sevindirici oldu.

    Suriye’nin Filistin davası konusundaki stratejik tutumu, işgale karşı sürdürülen direnişi sahiplenmesi ve bu direnişe lojistik destek vermesi takdir edilmesi gereken bir tutumdur. Bu tutumu Suriye’ye Arap toplumları nezdinde faaliyet yürüten sivil teşkilatların ve onların çalışmalarına ilgi gösteren kitlelerin de takdirine mazhar olmaktadır.

    Fakat bütün bunların bu ülkede hâlâ sorun olmaya devam eden siyasi özgürlüğün oldukça dar kapsamlı bir şekilde kullandırılması, düşünce özgürlüğünün önünün açılmaması ve insan hakları ihlalleri gerçeğini görmezden gelmemizi haklı kılmaz. Beşşar Esed yönetimiyle birlikte ülkenin bir değişim sürecine girdiği doğrudur. Bu değişim özellikle ekonomik alanda dışa açılım ve yeniden yapılanma konusunda atılan adımlarla kendini gösteriyor. Fakat yeniden yapılanma adımlarının çok yavaş yürüdüğü ve üstelik bunun siyasal çoğulculuk, düşünce özgürlüğü, sivil örgütlenme alanlarına çok az yansıdığı bir gerçektir. Bizim gördüğümüz kadarıyla insan hakları ihlallerinin temelinde de işte bu sorun var.

    Çünkü mevcut yönetim büyük hak ihlalleri üzerine oturtulmuş bir yapı devralmıştır. Bu yapının sicilinde Hama katliamı gibi önemli bir hadise var. Bu olayda mağdur edilenler sadece katledilenler olmadı. Ayrıca hapislere atılıp bir daha kendilerinden haber alınamayan on binlerce insan oldu. Bunun yanı sıra yine söz konusu olayla bağlantılı bir şekilde sonraki yıllarda mağdur edilenler oldu. Şimdi onların yakınları yıllardan beri kendilerinden hiçbir haber alınamayan bu kişilerin durumlarının kesin olarak açıklanmasını istiyorlar. Değişim sürecinden söz eden mevcut yönetimin, geçmişin üzerine bir kalem çekerek, yapılanların haksızlık olduğunu kabul ederek düşünce özgürlüğünün önünü açacak cesaretli adımlar atması gerekiyor. Bunu yapması hem Suriye halkı hem de tüm insanlık nezdinde takdir kazanmasını sağlayacaktır. Böyle cesaretli adımlar atması Suriye’nin kendi içinde barış ve dayanışmayı artıracağı gibi Siyonist düşman karşısında da bileğini güçlendirecektir.

    Mevcut yönetimin devraldığı yapının geçmişte işlediği haksızlıklardan dolayı, mağdur edilenler bir intikam peşinde değiller. Onların istedikleri gerçek anlamda bir değişim sürecinin başlatılması, haksızlıkların ve mağduriyetlerin sona erdirilmesi, düşünce özgürlüğünün ve siyasal çoğulculuğun önünün açılmasıdır. Bunun gerçekleştirilmesi durumunda yeniden yapılanma ve değişim sürecinde aktif rol almaya, olumlu katkılar sağlayacak görevler üstlenmeye hazır olduklarını dile getiriyorlar.

    Hesapların Odağındaki Ülke: Suriye

    http://www.vahdet.info.tr/isdunya/dosya2/0489.html

    Şubat 2004, Ribat

    Giriş
    Geçtiğimiz ay içinde Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili olarak en çok gündeme gelen konulardan biri Suriye’yle ilişkilerini geliştirmesiydi. Bunda tabii ki Suriye cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in Türkiye’yi ziyaret etmesinin birinci derecede rolü oldu. Bunun öncesinde de Suriye, ABD ve İsrail işgal devletinin bazı girişimleri sebebiyle dünya gündeminde ön sıralarda yer aldı. Biz Suriye’yle ilgili gelişmelere muhtelif yazılarımızda temas ettik. Geçtiğimiz ay içerisinde de bu ülkeyle ilgili önemli diplomatik gelişmelerin yaşandığı günlerde bu ülkeyi ziyaret etme fırsatı bulduk. Bu ziyaret esnasında Enformasyon bakanıyla görüşerek son dönemdeki gelişmeler ve ülke yönetiminin bu gelişmeler karşısındaki tutumu hakkında bilgiler almaya çalıştık. Bu sıralarda uluslararası emperyalizmin ve onun İslam coğrafyasının kalbine saplanmış hançeri durumundaki siyonizmin muhtelif hesaplarının, planlarının birinci derecede hedefi haline gelen Suriye’nin karşı karşıya olduğu durumdan, Türkiye’yle Suriye arasındaki yakınlaşmadan ve bu yakınlaşmanın son dönemdeki diplomatik ataklara yansımasından biraz ayrıntılı bir şekilde söz edilmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Bu sebeple bu ayki yazımızda bu konunun üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmak istiyoruz.

    Suriye’nin Stratejik Konumu
    Suriye, Türkiye gibi farklı coğrafyaların birleşme noktasında olan bir ülkedir. Bundan dolayı bugün resmi adı Suriye Arap Cumhuriyeti olan ülkenin bulunduğu bölge tarih boyunca sürekli stratejik açıdan ehemmiyet arz eden bir bölge olmuştur. Stratejik ehemmiyetinin bir yönünü de Filistin topraklarına yakın olması oluşturmaktadır. Bugün ise Suriye, Filistin meselesiyle doğrudan irtibatlı bir ülke olduğu gibi uzun süre ateşli çatışmalara sahne olan Lübnan üzerinde de etkilidir. Siyonist işgalcilerin Filistin topraklarından şiddet ve tehdit yoluyla çıkardıkları Filistinli mültecilerin önemli bir kısmı Lübnan ve Suriye’de yaşamaktadır. Ayrıca Filistin’deki direniş örgütlerinin birçoğunun Lübnan ve Suriye’de siyasi faaliyetleri bulunmaktadır. Bugün hassas bir dönemden geçilmesi ve Amerikan emperyalizminin baskıları sebebiyle Suriye’deki siyasi temsilcilikler kapatılmış olsa da ülke yönetimi bu oluşumlara lojistik desteğini tamamen kesmiş değildir. Bütün bu özellikleri sebebiyle, İsrail işgal devleti Suriye’yle anlaşma sağlayamadığı sürece kendini güven içinde hissetmesinin mümkün olamayacağını düşünmektedir. Ancak bu anlaşmanın bir pazarlıktan çıkacak anlaşma değil, uluslararası emperyalizmin gücünün kullanılması suretiyle dikte edilecek, bütün şartları kendi lehine bir anlaşma olmasını istemektedir.

    Beşşar Esed’in Türkiye Ziyareti
    Emperyalist güçler, İslam coğrafyasından askeri güçlerini çekerken özellikle komşu ülkeler arasında ikili problemler bırakmayı ihmal etmemişlerdir. Bunu İslam coğrafyasında bir dahili ittifakın, dayanışmanın ve işbirliğinin gelişmesini önlemek amacıyla özellikle yapmışlardır. Bu durumda İslam alemindeki ülkeleri dağınık tesbih taneleri gibi istedikleri şekilde yönlendireceklerini ve çıkarları doğrultusunda onlardan yararlanabileceklerini hesap etmişlerdir. Türkiye’yle Suriye arasında da uzun süreden beridir devam eden ikili problemler bulunmaktadır. Bunun yanı sıra bazen ciddi krizlere kadar varan önemli problemler yaşanmıştır. İşte bu problemler karşılıklı ilişkilerin arzulanan düzeye çıkarılmasını önlemiştir. 1946’dan buyana da bu ülkeden Türkiye’ye cumhurbaşkanı veya en üst düzey devlet yetkilisi düzeyinde bir ziyaret gerçekleştirilmemişti. Bu sebeple Beşşar Esed’in geçtiğimiz ay içinde gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti “tarihi” bir ziyaret olarak değerlendirildi. Bu ziyarete Türkiye’deki kadar Suriye’de de büyük ehemmiyet verildiğini müşahede ettik.

    Türkiye – Suriye Yakınlaşması
    Türkiye’yle Suriye arasındaki yakınlaşma Beşşar Esed’in ziyaretiyle başlamış bir gelişme değildir. Belki bu ziyaret daha önce başlamış yakınlaşmanın bir ürünüdür. Bu yakınlaşma birinci derecede Türkiye’yle Suriye arasındaki ikili problemlerin aşılarak ikili dayanışmanın ve işbirliğinin geliştirilmesi açısından ehemmiyet arz ediyordu. İkinci olarak da aşağıda ayrıntılı olarak üzerinde duracağımız ABD ve İsrail baskısının yoğunlaştığı bir dönemde böyle bir yakınlaşmanın gerçekleşmesi diplomatik açıdan büyük bir ehemmiyet taşıyordu. ABD, Türkiye’yi kendisine stratejik ortak ve en önemli yardımcı olarak görmektedir. Ayrıca İsrail işgal devleti de Türkiye’yle birçok alanda ilişkilerini geliştirmiştir. Bu sebeple her ikisinin birden Suriye’yi köşeye sıkıştırmaya çalıştığı bir dönemde Türkiye’yle bu ülke arasında böyle bir yakınlaşmanın ve işbirliğinin gerçekleşmesi oldukça önemli bir gelişmeydi. Bazıları ABD ve İsrail’in bu yakınlaşmadan rahatsızlık duymadığı, aksine Türkiye’yi stratejik ortak olarak gördüklerinden Suriye’ye isteklerini kabul ettirmede Türkiye kanalını kullanma fırsatını değerlendirebilecekleri yönünde yorumlar yaptılar. Ancak hemen bu yakınlaşmanın ardından İsrail’in Türkiye’den Manavgat suyunu nakletme projesini kabul ettiğini hızla açıklaması, ardından da Suriye’ye karşı ard arda diplomatik ataklara başvurması söz konusu yakınlaşmadan memnun olmadığını, bu yakınlaşmanın etkisini azaltmak amacıyla birtakım girişimlerde bulunduğunu gösteriyordu. Öte yandan Amerika’nın hemen bu yakınlaşmanın ardından İncirlik üssünden Irak’a asker sevkıyatı konusunda geniş yetkiler istemesi de Türkiye’yi köşeye sıkıştırma atağıydı ki bunun söz konusu yakınlaşmaya tepki mahiyeti taşıyor olması ihtimali vardı.

    Irak’tan Sonraki Hedef
    Amerikan emperyalizminin Irak’ı hedef alan saldırısının sadece bu ülkeyle ilgili bir plandan ibaret olmadığı biliniyor. Zaten ABD yetkilileri de yaptıkları açıklamalarda işin Irak’la bitmeyeceğini, sırada diğer ülkelerin olduğunu özellikle vurgulamışlardı. Yaptıkları açıklamalarda özellikle İran’a yüklenmeleri sebebiyle dünya kamuoyunda genel olarak Irak’tan sonraki hedefin İran olduğu kanaati oluşmuştu. Ancak bizim kanaatimize göre sıradaki hedef Suriye’ydi. Çünkü İran biraz daha zor yutulur bir lokmadır ve Amerikan saldırgan güçlerini bayağı yıpratabilir. Ayrıca başlatılan saldırıların temel hedeflerinden biri İsrail işgal devletini rahatlatmaktır. Suriye’nin konumu ve tutumu ise İsrail işgal devletini daha yakından ilgilendirmektedir. İşgal devleti Filistin direnişinin Suriye ve Lübnan’daki tüm siyasi faaliyetlerinin önlenmesi, Lübnan’daki Hizbullah’ın dağıtılması ve Filistin dahilindeki direnişin dışarıyla irtibatının tamamen kesilmesi durumunda, kendisinin rahata kavuşacağını, Filistin direnişinin artık devam etme imkanının kalmayacağını ve böylece herhangi bir taviz vermeye zorlanmadan düzlüğe çıkacağını ummaktadır.

    ABD’nin Suriye’yi Sorgulama Yasası
    Amerikan emperyalizminin amacı Irak’ın defterini dürüp orada sömürge yönetimini oturttuktan sonra zaman kaybetmeden Suriye’nin üzerine yürümekti. Dünya kamuoyunun Afganistan’ın ardından Irak’a yönelik saldırı ve işgali kabullendiği ortamda Suriye’nin üzerine gidilmesi çok ciddi bir tepkiyle karşılaşmayacaktı. Üstelik Suriye aleyhine gerekçeler oluşturulması için çok öncesinden hazırlıklar başlatılmıştı. Fakat işgal güçlerinin Irak’ta tahmin edilenin çok üstünde bir direnişle karşılaşmaları ve sürekli kayıp vermeleri bu konudaki planları, hesapları alt üst etti. Günlerin geçmesiyle birlikte bu ülkedeki işgal güçleri düzlüğe çıkmak yerine daha da battıklarını, sürekli yeni kayıplar verdiklerini, askerlerinin de her yeni kayıpla birlikte daha çok moral kaybettiklerini gördüler. Öte yandan İsrail işgal devleti de Filistin direnişi karşısında uyguladığı bütün şiddete rağmen bu direnişin önüne geçemediğini, bilakis kendi içinden yeni sıkıntılarla, problemlerle karşı karşıya geldiğini gördü. Bu durum karşısında Filistin direnişini dıştan kıskaca alma planının başarılı olması için Suriye’ye yüklenilmesi işinin hızlandırılması kararlaştırıldı. Siyonist işgalcilerin çıkarlarını sağlama alma konusunda İsrail parlamentosundan çok daha hızlı çalışan Amerikan parlamentosu derhal “Suriye’yi Sorgulama ve Lübnan’ın Saygınlığı Yasası” adıyla bir yasayı jet hızıyla üstelik büyük bir ittifakla çıkardı. Öyle ki Amerika’nın ulusal çıkarlarının söz konusu olduğu yasal düzenlemelerde bile bu kadar büyük bir ittifak sağlanamamaktadır. Bu durum da Amerikan parlamentosu üzerindeki siyonist etkinin ve bu parlamentonun gerçekte kimlerin hizmetinde olduğunun görülmesi açısından ibret vericidir.

    Amerikan parlamentosunun böyle bir yasa çıkarmasının amacı, kendisine karşı askeri operasyon düzenlenemeyen Suriye’nin diplomatik ve ekonomik yönden köşeye sıkıştırılmasıydı. ABD başkanı Bush da daha önce herhangi bir yasayı imzalarken tören düzenlemediği halde bu yasayı imzalarken özel tören düzenledi ve törende yaptığı konuşmada bir yandan Suriye’ye tehditler savururken bir yandan da İsrail lehine pazarlık kapılarının açık tutulması için, bu yasanın hemen uygulamaya geçirilmeyeceğini, uygulanmasının Suriye’nin tutumuna bağlı olduğunu, bu ülkenin kendisinden istenenleri yerine getirmesi durumunda uygulanması ihtimalinin de zayıflayacağını vurguladı.

    Suriye’den İstenenler
    Peki Suriye’den istenenler nelerdir? Amerikan emperyalizminin bu ülkeden istedikleri tamamen İsrail işgal devletinin istedikleridir. Bunlar da:

    Birinci olarak: Filistin’deki direniş örgütlerinin tüm siyasi faaliyetlerine engel olması, bu örgütlere bütün lojistik desteklerini sona erdirmesi, hatta bu örgütleri temsil eden tüm yetkilileri sınır dışı etmesidir. Amerikan emperyalizminin ve İsrail işgal devletinin Suriye’ye yönelttikleri “teröre destek” suçlamasıyla kastettikleri de işte budur. Biz bu hususu Suriye Enformasyon bakanına sorduğumuzda: “Biz teröre değil meşru bir direnişe deste veriyoruz” diyerek gayet özlü bir cevap vermişti.

    İkinci olarak: Lübnan’daki Hizbullah’ın askeri kanadını tamamen dağıtması, bu hareketin elindeki silahların tümünü toplatmasıdır. Amerikan emperyalizmi bu talebiyle kendi içinde çelişkiyle düşmektedir. Çünkü yukarıda sözünü ettiğimiz yasasında Suriye’nin Lübnan üzerindeki etkisini “işgal” olarak nitelerken ve bu ülke üzerindeki etkisinin sona ermesi gerektiğini söylerken, tamamen bu ülkenin kendi iç yapılanmasıyla ilgili bir oluşumun askeri kanadının dağıtılması ve silahlarının toplatılması konusunda Suriye’nin aktif rol oynamasını istiyor. Ayrıca Hizbullah’ın askeri kanadı Lübnan yönetimi tarafından resmen tanınmış, yasal bir askeri oluşumdur ve İsrail tehdidine karşı varlığını korumaktadır. Bu oluşumun dağıtılması, Lübnan’ın İsrail tehdidi karşısında her türlü savunmadan yoksun bırakılması anlamına gelir. Çünkü işgalci siyonist saldırganların Lübnan’a yönelik tehditleri sona ermiyor. Onların istedikleri kendilerine karşı Hizbullah tehdidinin ortadan kalkması, ama kendilerinin Lübnan’a yönelik tehditlerinin devam etmesi ve böylece bu ülkenin Filistin’deki oluşumların siyasal faaliyetlerini tümüyle durdurması için yapılacak baskıların, gerektiğinde işgal tehditlerinin daha da etkili hale gelmesidir.

    Üçüncü olarak: Filistinli mültecilerin yurtlarına dönüş haklarından vazgeçilmesidir. Gerçi bu konuda karar verecek merci Suriye değildir. Ama İsrail işgal devleti bu ülkenin aktif rol oynamasını ve özellikle Lübnan ve Suriye’ye iskan edilmiş mültecilerin geri dönüş hakları konusunda talepte bulunmamasını istemektedir.

    Dördüncü olarak: İsrail işgal devletinin Filistin toprakları üzerindeki işgalini meşru kabul etmesi ve siyonist devleti meşru bir devlet olarak tanıması, bu kabul üzere ikili diplomatik ilişkileri başlatmasıdır.

    ABD, bütün bu taleplerin Suriye tarafından herhangi bir karşılığa ve ön şarta bağlı olmaksızın kabul edilmesini istiyor. Çünkü siyonist işgal devletinin isteği bu yöndedir. Golan tepeleriyle ilgili pazarlıkların ise Suriye’nin söz konusu istekleri kabul etmesinden ve bu konularda garanti vermesinden sonra başlatılmasını istiyorlar. Ama işgalci siyonist devlet bu konuda herhangi bir garanti vermek istemiyor.

    Bütün bu isteklerin diplomatik pazarlıklar ve görüşmeler yoluyla elde edilemeyeceği bilindiğinden Amerikan emperyalizminin siyasi ve ekonomik baskı gücünden yararlanılmasına çalışılmaktadır. İşte yukarıda sözünü ettiğimiz Suriye’yi Sorgulama Yasası’nın çıkarılmasının amacı da budur.

    Suriye’nin Durumu ve Tutumu
    Suriye, askeri ve ekonomik yönden güçlü bir ülke değildir. Bu sebeple Filistin direnişinin devamı ve Lübnan’da İsrail’e karşı devletten bağımsız, yasal bir savunma gücünün varlığını sürdürmesi bu ülkenin lehinedir. Bu sebeple ABD ve İsrail işgal devletinin söz konusu direniş ve savunma gücü aleyhindeki taleplerini kabul etmesi her yönüyle kendi aleyhine olacak, kendini daha büyük bir riske atması demek olacaktır. Dolayısıyla bu istekleri kolay kolay kabul edeceğini sanmıyoruz.

    Not: Türkiye – Suriye yakınlaşmasına karşı İsrail işgal devletinin gerçekleştirdiği diplomatik ataklar hakkında Vakit gazetesi için yazdığımız yazılarda bilgi vermeye ve tahliller yapmaya çalıştık. Aynı bilgileri burada tekrar etmeye gerek görmedik. Söz konusu yazıları Web sitemizde bulabilirsiniz.

  4. halkımıza Allah yardım etsin okadar münafık varki nasıl yolunu bulacak bazen insan diyor ağır mı konuşuyoruz az bile söylüyoruz islami görünüp müslümanları kandıranlara lanet olsun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu