Küçük ManşetlerMAKALE KÖŞESİ

Büyük İsrail Projesi’ ve Suriye meselesi

Vizenin kaldırıldığı, ortak bakanlar kurulu toplantısının yapıldığı ve el ele tutuşarak aile görüntüsü fotoğraflarının verildiği bir dönemden, uçak düşürme ortamına nasıl gelinmiştir? Büyük Ortadoğu Projesi’ (BOP) ve ‘Büyük İsrail Projesi’nin’ (BİP) ve Avrasya- Atlantik ittifaklarının çekişmesinin, bu sonuçta bir payı var mıdır?

Bu coğrafyada vuku bulan olayları, BOP ve BİP’den bağımsız olarak ele alıp değerlendirmek, bizi, yanlış teşhise ve yanlış çözüme götürür. O nedenle burada öncelikle ‘Büyük İsrail Projesi’nde’ (BİP), genel olarak Genişletilmiş Ortadoğu’nun, özel olarak da, Suriye’nin konumunun ne olduğu konusu ele alınacaktır.

‘Büyük İsrail Projesi’ (!)

Son sürgünden sonra dünyanın değişik bölgelerine dağılmış olan Yahudiler, kurdukları gizli teşkilatlar aracılığıyla, eski topraklarına dönmeyi, hep bir ideal olarak nesilden nesile aktarmışlardır. Teoder Herzl’in Siyonizm’i kurması ile birlikte Siyonist hareket, ‘kendilerine vaad edilen toprakları’ (!) yeniden elde ederek ‘Büyük İsrail devletini’ kurmayı (‘Büyük İsrail Projesi’) hedeflemiştir.
İkinci dünya savaşının sonunda, Batı ittifakının desteği ile Filistin topraklarında bir İsrail devletinin zorla kurdurulmasının ardından, başlatılan iki yönlü göç dalgası (Dışarıdan İsrail’e Yahudilerin Göç ettirilmesi, İçerden Filistinlilerin Filistin’den sürgün edilmesi) sonucunda, Filistinlilerin toprakları silah zoruyla ele geçirilerek, İsrail devletinin sınırları sürekli olarak büyütülmüştür.

Siyonist İsrail devletinin bir çıbanbaşı olarak, bu coğrafyada, sürekli kavga ve gerilim sebebi olması, Siyonizm’in Amentü şartlarında biri olan ‘Vaad Edilmiş Topraklar'(!) meselesinde gizlidir.

‘Vaad edilmiş topraklar'(!)

Siyonistler, dindar olmamış olmalarına karşın Yahudilerin dini duygularını harekete geçirebilmek için dini terminolojiyi çarpıtarak kullanmayı, bir yöntem olarak benimsemişlerdir. En çok da Tevrat’taki Tekvin 15/18 ayetini istismar etmişlerdir:

“Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin, 15/18)

Siyonist önderler, bunu, İsrail oğullarının inançları ne olursa olsun, Allah tarafından yalnızca İsrail oğullarına, yanı bir ırka, yapılmış bir vaat olarak kabul etmekte ve tüm Yahudilere benimsetmeye çalışmaktadırlar. Hareketin başlatıcı önderi Herzl, 1902’de yazdığı Altneuland adında ki romanında, “Ülkenin toprakları Akdeniz’den Fırat nehrine, güney Filistin’den Lübnan’a kadar uzanıyordu”(1) derken, vaad edilmiş topraklara işaret etmekteydi. Yahudi devleti kitabında ise, “Filistin bizim unutulmaz tarihi yurdumuzdur. Tek başına bu isim halkımızın güçlü bir birleşme çığlığı olacaktır”(2) demektedir.
Herzl’i takip eden bütün Siyonist önderler, bu hedefe önemle vurgu yapmışlardır:

“Madam Golda Meir: Bu ülke bizzat Allah tarafından yapılmış bir vaadin gerçekleşmesi olarak mevcuttur.”

“Menahem Beghin: Bu toprak bize vaad edilmiştir ve bizim bu toprak üzerinde bir hakkımız vardır” … “İsrail Peygamber’in toprağı İsrail halkına teslim edilecektir. Tamamı ve ilelebet.”(3).

“Ben Gurion: “Statükoyu devam ettirmek söz konusu değildir. Dinamik, genişlemeye yönelik bir devlet meydana getirmek zorundayız.”

“Moşe Dayan: Bizler Tevrat’a sahipsek, kendimizi Tevrat ehli olarak görüyorsak, Tevrat topraklarına da, yani Hâkimler ve Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya kadarki peygamberlerin topraklarına, Kudüs’e, Halil’e, Eriha’ya ve daha başka yerlere sahip olmamız gerekecektir.”

“Bizler devletin sınırlarını tespit etmek mecburiyetinde değiliz.”(3)
İsrail savaşçıları adlı grup, 4 Kasım 1995’de “vaad edilmiş toprakları Araplar’a bırakacak her kişiyi Allah’ın emri üzerine” katledeceklerini söyleyerek İzak Rabin’i öldürürlerken, (4) böyle bir beyin yıkamanın etkisi altında idiler.

Vaad edilmiş topraklar olarak bahsedilen bölge (Büyük İsrail), Mısır, Ürdün, Lübnan, Filistin, Suriye, Irak ve Türkiye’nin bir kısmını kapsamaktadır. İsrail’in kurulduğu günden bugüne kadar adım adım topraklarını genişletmesi, komşuları ile hep savaş halinde olması ya da komşularını birbiri ile savaştırmaya çalışması, arka planda hep var olan ‘Büyük İsrail Projesinde benimsenmiş olan bir stratejinin ürünüdür.

Siyonizm’in böl, parçala ve yok et stratejisi

Siyonist yöneticiler, Nil’den Fırat’a kadar olan toprakların ele geçirilebilmesi için, bu coğrafyadaki ülkelerin kaosa çekilerek bölünmesini ve yerlerine birbirleri ile kavgalı, İsrail’e muhtaç küçük devletlerin kurulmasını bir strateji olarak benimsemişlerdir. Siyon önderlerinin protokollerinde yer alan Beşinci Protokol ve Onuncu Protokolde bu açıkça ifade edilmektedir(5).

Weizmann’a göre Ürdün ikinci planda bir hedef olmalıdır(6). Ben Gurion’a göre ise zincirin en zayıf halkası, Lübnan’dı ve ilk hedef o olmalı ve orada bir Hıristiyan devlet kurulmalıdır:

“Bu ülkedeki Müslüman üstünlüğü sunidir ve kolayca altüst edilebilir; bu ülkede Hıristiyan bir devletin kurulması gerekir. Onun güneydeki sınırı Litani ırmağı olacaktır.”(7)

General Moşe Dayan’a göre, bunu gerçekleştirilebilmenin yolu, bir subay bulup provokasyon yaparak, İsrail ordusunun Lübnan’a topraklarına girmesini sağlamaktır(7).

Dünya Siyonist Örgütü tarafından Kudüs’te yayınlanan Kivunim (Yönelişler) dergisinde “80’li yıllar için İsrail’in stratejik plânları” adlı bir makalede, “böl, parçala, savaştır ve yok et” Siyonist stratejinin ana hatları özetlenmektedir (Aydoğan Vatandaş’ın Armagedon Kitabında İsrail Genel Kurmayının Belgesi olarak geçer.):

“Bu ülkenin (Mısır) ayrı coğrafî eyaletlere bölünmesi, bizim Batı cephesi üzerinde, 1990’lı yıllar için siyasî hedefimiz olmalıdır.

Böylece Mısır bir kere parçalandıktan ve merkezî iktidardan yoksun bırakıldıktan sonra, Libya, Sudan ve diğer uzak ülkeler aynı çözülmenin içine gireceklerdir. Yukarı Mısır’da bir Kıptî devletinin kurulması ve daha az öneme sahip bölgesel kimliklerin oluşturulması, barış anlaşması yüzünden şimdilik geciktirilmiş, fakat uzun vadede kaçınılmaz olan bir gelişmenin anahtarıdır.

Lübnan’ın beş eyalete bölünmesi… Arap dünyasının bütününde meydana geleceklerin müjdesini veriyor. Suriye ve Irak’ın etnik veya dinî kıstaslar bazında belli bölgelere ayrılması, uzun vadede, İsrail için öncelikli gaye olmalıdır. Bunun birinci safhası ise, söz konusu devletlerin askerî güçlerinin imha edilmesidir.
Suriye’nin etnik yapıları, kendisini parçalanmaya hazır hâle getiriyor: Suriye’nin deniz sahili boyunca bir Şiî devleti, Halep’te ve Şam’da birer Sünnî devleti kurulabilir. Her halükârda Huran’la birlikte Ürdün’ün kuzeyinde -belki de bizim Golan’ımız üzerinde- kendi devletini oluşturmayı ümid eden bir Dürzi kimliği de ortaya çıkabilecektir…

Petrolce zengin ve iç mücadelelerin pençesindeki Irak, İsrail’in nişan çizgisindedir. Onun dağılması bizim için Suriye’ninkinden daha önemlidir, zira Irak, yakın vadede İsrail için en ciddî tehlikeyi temsil etmektedir.” (8)
Yukarıda ki belgede öngörülen strateji, bugün, Libya’dan Irak’a kadar olan coğrafyada uygulama safhasına sokulmuştur. 2006 yılında Condenella Rice’in ‘Yeni Bir Ortadoğu’dan’ ve ‘Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nde 22 ülkenin sınırlarının değiştirilmesinden’ bahsetmesi ile, bu belge arasındaki uyuma dikkat edilmelidir. ‘Büyük Ortadoğu Projesi’, bir ABD projesi olsa bile, ‘Büyük İsrail Projesi’nden’ bağımsız değildir. Görülen o ki, her iki proje, içi içe ve birlikte uygulanmak istenmektedir. Bugün Irak’ta kuzeyde Kürtlerin, ortada Sunilerin güneyde de Şiilerin hâkim olduğu birer devletin kurulmasına çalışılmaktadır.

Sudan ve Yemen fiilen ikiye bölünmüştür. Libya’nın bölünebilmesi için kaos stratejisi uygulanmaktadır.

Irak’ı parçalama politikasından Suriye’yi parçalama politikasına

Siyon Önderlerinin Yedinci protokolünde, İsrail’e düşman komşu devletlerin çatıştırılması öngörülmektedir:

“Bize muhalefet eden devletlere, komşuları tarafından harp açtırabilecek durumda olmalıyız. Eğer bu komşu devletlerde bize karşı birleşirlerse, bir dünya savaşı çıkarmalıyız.”(5)

Iran İslam devrimi olduğunda, Irak diktatörü Saddam Hüseyin, ABD teşvik ve desteği ile İran’ın üzerine saldırtılarak bu politika icra edilmiştir. 8 yıl süren savaş esnasında Saddam, batı dünyasının ‘demokrasi kahramanı’ olup, kitle imha silahları dâhil her türlü silahla beslenmiş ve desteklenmiştir. Savaş sonrasında, ABD’lilerin teşvik ve onayı ile Kuveyt’e saldırmıştır. Hemen arkasından ABD’nin başını çektiği ittifak tarafından katıl, canavar ve demokrasi düşmanı ilan edilip birinci körfez harekâtı başlatılmış, bütün tesisleri yok edilmiş ve Saddam’a 34-36 paralellerin dışına çıkma yasağı konarak bir bölgeye hapsedilmiştir. Ardından, ‘Kuzeyde Kürtler ortada Sünniler Güneyde Şiiler’ söylemi ile büyük bir psikolojik savaş açılmıştır. Yaklaşık 10 yıl boyunca, iç göç hızlandırılarak, ülkeyi bölecek alt yapı hazırlanmış; arkasından, ikinci körfez operasyonu başlatılarak ülke, fiilen ABD tarafından işgal edilmiştir. Bir buçuk milyon Iraklının ölümüne ve 2 milyon Iraklının göç etmesine sebep olan bu operasyonların ardından Irak, bugün düşman kamplara ayrılmış bir ülke konumundadır. İsrail’in korkulu rüyası olan bir ülke, savaş ortamına çekilerek bertaraf edilmiştir.

Bugün Suriye’de benzer bir senaryo sahnelenmek istenmektedir. Batının ve NATO’nun Libya konusunda ki aceleciliğine karşı, Suriye konusunda duyarsız davranması, Esed yönetimini kınamalarla yetinmesi, Irak’ta uygulanmış olan stratejinin, Suriye’de de uygulanmak istendiği anlamına gelmektedir. Bugün Suriye’de çatışmaların derinleşip, toplumun her kesimi arasına kan davasının girmesi, iç göçle birlikte bölgelerin homojenleşmesi ve ardından zihnen Suriye’nin bölünmesi, daha sonra da fiilen bölünmesi öngörülmektedir. “Nusayri Suriye’si, Sünnilerin Suriye’si ve Kürtler’in Suriye’si”… şimdiden konuşulmaya başlanmıştır(9). O nedenle fay hatları yeterince enerji ile dolana ve Esed sonrası yönetimin laik sekülerlerin elinde olması için gerekli şartlar olgunlaşıncaya kadar, anormal bir gelişim olmadığı taktirde, NATO müdahale etmeyecektir.

Türkiye bu gerçeği görmelidir.

Sonuç: Ümmete kurulan tuzak

Türkiye, Suriye ve Iran savaştırılarak her üç ülke de bölünmek istenmektedir. Ümmete kurulan asıl büyük tuzak budur. Bu açıdan uçak düşürme hadisesinin arka yüzünde, bir provokasyon olup olmadığı araştırılmalıdır.

Uçağın Suriye hava sahasında düşürüldüğüne ilişkin ABD ve Rus iddiaları ile Türkiye’nin iddiaları birbirine terstir. Eğer ABD ve Rusya’nın tezi doğruysa, Başbakana yanlış bilgi vererek Başbakanı yanıltan kimdir? Amacı nedir? O zaman şu sorunun cevaplandırılması gerekmektedir: Uçak oraya provokasyon amacıylamı gönderilmiştir? Uçağı oraya gönderenlerle düşürenler arasında gizli bir bağ var mıdır? Bu noktalar açıklığa kavuşmadan, başbakanın açıklama yapması, daha ciddi sorunları beraberinde getirebilir. Daha sonra Başbakanı tekzip edecek belgeler yayınlanarak, hem başbakan hem de Türkiye çok zor duruma düşürülebilir.

Türkiye’nin homojen olmayan Suriye Muhalefetini, Türkiye’de silahlandırıp, eğitip Suriye’de eylemleri organize etmesi; Suriye’nin de PKK’ya kucak açarak, sınır boyuna 1500 civarında PKK militanını yerleştirmesi, her iki ülkenin kendi ayağına kurşun sıkması demektir. Her iki ülke, kendi elleri ile kendilerini bölecek zemini hazırlamakta olduklarının farkına varmaları gerekmektedir.

Mevcut sorunu çözmek için Türkiye, Suriye, Iran ve Mısır’ın bir araya gelerek, Suriye’deki yönetimle muhalefeti bir masanın etrafında oturtması ve gerekli reformları birlikte gerçekleştirecek bir politika belirleyip uygulamaya koymaları sağlanmalıdır. Esed yönetimi ile muhalefet cephesine, birlikte görev ve sorumluluk yüklenmelidir.

Bugün yapılacak olan ilk iş, mevcut çatışmaların durdurulması, aklı selimin hakim olmasını sağlamak olmalıdır. O nedenle, hem her iki ülkenin, hem de bölgenin aklıselim sahibi insanları, bu gerçeği görerek ülke yönetimleri üzerinde baskı kurmalıdırlar. Başta yöneticiler olmak üzere tüm Müslümanların, iki ülke arasında ki gerilimi düşürücü, barışı sağlayıcı bir dil ve tavır sergilemeleri gerekmektedir.

Kurulan tuzak, Ümmeti birbirine kırdırmak ise, tüm taraflar, bu tuzağa düşmeyecek tarzda bir sorumluluk duygusu ile hareket etmelidirler:
“Mü’minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine haksızlıkla-tecavüzde bulunacak olursa, artık, haksızlıkla-tecavüzde bulunanla, Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah’ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.”

“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin.” (49 Hucurat 9-10).

Bunun için;

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı.” (3 Al-ı Imran 103).

Allah, tüm ümmete böyle bir ateş çukuruna düşmeyecek bir basiret ve feraset nasip etsin.

KAYNAKLAR
1- Garaudy R., İsrail Mitler ve Terör, Pınar Yayınları, İstanbul, 1996:s: 230-234
2- Garaudy R., Age.s: 16-26
3- Garaudy R. Age. S: 171-190
4- Garaudy R. Age. S: 32-44
5- Yaman K., İhanet Planları, Belgeler, Otağ Yayınları, İstanbul, 1971
6-Taylor A.R., İsrail’in Doğuşu, Pınar Yayınları, İstanbul,1992, S:53-65
7- Garaudy R., Age. S: 257-258
8- Garaudy R., Age. S: 205-208
9- Taşgetiren, A., Sürecin Sonraki Safhaları, Bugün 28.06.2012

Burhanettin Can

Milligazete

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu