DÜNYATÜRKİYE

HA “SUR”, HA “SUR”İYE…

Beyaz Türkler (!) ile beyaz Kürtler’in (!) ortaklaşa hazırladıkları planları uygulayarak mazlum halkı beyaz bayrağa muhtaç ettiği bir süreçten geçiyoruz. Aylardır, yıllardır uygulanan sistematik zulmün son demlerinin hayata geçirildiğine hep beraber şahit oluyoruz. İlçeler kuşatılıyor, evler boşaltılıyor, masumlar katlediliyor, masumları üç-beş vahşi eşkıya sahipleniyor(!) ve bu üç-beş vahşi eşkiya masumları katledenleri değil, oraya mecburen gönderilen başka masumları katlediyor. Yüzleri çaputlarla sarılı üç-beş eşkiyayı bahane eden süfyanın özel birlikleri, alınları da yüzleri gibi açık mazlumları topraklarından çıkartabilmek için ve halkların arasına kin tohumunu serpiştirebilmek için duvar yazıları da dahil her yolu deniyor. İşin en vahim tarafı ise bahsi geçen beyaz Türkler ile beyaz Kürtlerin hiçbiri Türk veya Kürt değil hatta bu topraklarda ki herhangi bir kavimle, milletle zerre bağları bulunmuyor.

Kaç aydır bağrımız yanarken o bağrın içindeki yüreğimizi fitneler ile parçalamaya çalışanlar aynı meclis çatısı altında birbirlerine atıp tutarak çevrilen filmin ve sahneye konan tiyatronun gerçekliğine katkıda bulunmak için çırpınıyorlar. Kaç aydır oturdukları yerden güya temsil ettikleri halklar adına ahkam kesenler kameraların karşısından ayrıldıktan sonra sıcacık ve lüks yuvalarında el bebek gül bebek yetiştirdikleri çocukları ile şen şakrak hayatlarına devam ederken, temsil ettiklerini iddia ettikleri halkların çocukları, gençleri, yaşlıları, ihtiyarları, erkekleri ve kadınları sokak ortasında vuruluyor, cenazeleri alınamıyor, gömülemiyor. Biri mazlum halkı göçe zorlarken, diğeri göç edenlerin geri gelmemesi için onları tehdit ediyor, birinin bir bölgeye girmesi için diğeri önce orada boy gösteriyor. Biri sahipleniyor ki diğeri vursun, biri vuruyor ki halk ötekinin kucağına düşsün. Zemheri bile donuyor şahit olduklarının karşısında ve utanıyor soğuturken varlığıyla alemi. Zira zulmün yakıcı soğuğu zaten yakıyor bütün umutları, donuyor hayatlar, duruyor dünya mazlumlar için.

Marksist-Leninist olarak peydahlanan ama yoluna tamamen Makyavelist olarak devam eden ve hedefe giden her yolu meşru bilerek siyonizmin hedeflerine ulaşmak için her türlü zulmü ve ihaneti hak sayan, omurgasızlığını her eylemiyle tekrar gündeme getiren, halkların kardeşliği gibi bir sloganla duygu sömürüsü yaptıktan sonra “bize ne diğer halklardan” noktasına ışık hızıyla ulaşan, yeryüzündeki bütün zulümlerin menbaı olan büyük şeytan Amerika’yı dost ittihaz edip “biji Obama” diyerek slogan atan, “İsrail Kürdistan’ın kurulmasına yardım edecekse neden dostumuz olmasın ki” gibi cümlelerle dilinin altındaki siyonist tohumlu baklayı ifşa eden, savunduğu(!) halkı kendi gibi düşünmediği için gayet rahat katleden, tehdit eden, sırf kaos ortamı oluşsun diye eylemler yapan (araba vs. yakma, asker polis öldürme gibi) ve bunu mürekkep yalamış ama yaladığından etkilenerek zehirlenmiş olan bağlılarıyla konuştuğumuzda alenen itiraf eden, oluşturduğu bu kaos ortamından dolayı düşman(!) kardeşinin ekmeğine yağ süren ve bölgenin boşaltılmasına hizmet eden bir yapılanmanın gerçekten herhangi bir halkı savunma ihtimali yoktur zaten.

Tıpkı nifağı silah olarak kuşanıp, din, iman, namaz kalkanı ile her türlü eleştiriyi gayet güzel karşılayan, dinin emirlerinin içini boşaltmada “usta”laşan, halkın adamı diye yola çıkıp “benim” takısıyla her şeyi sahiplenerek düşmanı(!) gibi Makyavelist olduğunu ifşa eden, büyük şeytan’ın Bop planının uygulayıcısı olduğunu defaatle tekrarlayan, “one minute”ten “size muhtacıza” geçiş yaparken yüzü dahi kızarmayan, içki içmeyen(!) ama daha rahat içilsin diye fabrikalarını arttıran, faiz yemeyen(!) ama faize bereket duası eden, fuhuş yapmayan(!) ama fuhuşu serbest bırakan, yayan, diktatör olmayan(!) ama düşüneni ve konuşanı tehdit eden, küfreden, aşağılayan, yolsuzluk yapan ama hırsızlık yapmayan(!), başörtüsünün içindeki beyni uyuşturan ve böylece başörtüsünün örteceği değeri ortadan kaldırıp sonra onu serbest bırakan, musallat olduğu toprakları satan, yeraltı ve yer üstü sermayelerini ele geçiren, peşkeş çeken, yağmalayan, siyonist projeler uğruna komşularında yangınlar çıkaran, zulmü daha rahat ulaştırmak için yollar, hasta ettiklerini soyabilmek için hastaneler yapan bir yapılanmanın vatanı, milleti veya dini savunma ihtimalinin olmadığı gibi.

Yıllardır milliyet ekseni üzerinden kendilerine rant kapılarını çatıştıkları(!) devletin eliyle açanların hiçbirinin temsil ettikleri milletin diliyle hiçbir bağının olmayışı, “asimile edildik biz” yalanını sürekli tekrarlayanların onca farklı alanda uzmanlaşmışken, ana dillerini öğrenmeye bunca zaman hiç gayret göstermemeleri, ama “ana dilde eğitim” gibi sloganik kavramaları bayraklaştırmaları, hepsinin yurt dışında ve yurt içindeki en lüks bölgelerde ailelerinin yaşıyor oluşu bile bölgedeki halkın katledilmesi için nasıl bir düzenin kurulduğunu ispata yeterlidir. Zaten hiçbir konuda bilgi sahibi olmayan herhangi biri bile bu iki düşmanın(!) dostlarının neden aynı olduklarını sorguladığında bütün maskeler düşecek, takke gidince kel ortaya çıkacaktır. Bop planını uygulayan ve Obama’nın yanağından makas alan ile “biji Obama” diyenin, “biz İsrail’e muhtacız” diyen ile “İsrail’de bu planı onayladı. Çok büyük bir şey bu” diyen ada sahibinin gerçekten çatıştığına hangi akıl inanabilir? Hangi akıl yok etmek istediği düşmanını meclisine alan ve hatta ona bakanlık veren bir devletin varlığını kabul edebilir? Gerçek bir savaşta her zaman ilk olarak liderler darbe yerken, halkın ikiye bölünüp birbirini öldürmesine sessiz kalan ama düşmancılık oynayanların burnunun bile kanamıyor olmasını hangi akıl izah edebilir?

Hayır. Bu soruların, bu düşmanlığı(!) onaylayacak tek bir cevabı dahi yoktur. Aksine siyonizmin iki eli bu topraklarda çırpılmakta ve arada kalan halkın evlatları birbir toprağa düşmektedir. Siyonizm, büyük hedefi olan “arz-ı mev’ud” hayallerine devletleşmesinin üzerinden geçecek olan 100. yılda ulaşmak için yoğun çaba sarfetmektedir. Bu yüzden Suriye ve Irak karıştırılmış, direniş cephesinin belkemiği kırılmak istenmiştir. Bu yüzden “Sur” bugün “Suriye’ye” çevrilmek için gayret sarfedilmektedir. Ne halkı savunduğunu iddia edip halkın katliamının zeminini hazırlayanlar, ne de vatan-millet-sakarya edebiyatı yapıp duvar yazıları ile halkı tahkir eden ve katledenler bu planın dışında değildir. Köylerden ilçelere, ilçelerden şehirlere bu plan uygulanmaya konacaktır. Tabi bu onların planıdır. Elbet Allah’ın (c.c.) da bir hesabı ve planı vardır.

Ortaya çıktıkları ilk andan itibaren temsil ettiklerini iddia ettikleri halkın dinine, imanına, kültürüne, geleneklerine savaş açıp o halkı aşağılayan ve onlara aşağılık kompleksi yüklemeye uğraşan ve böylece halkı kendi özünden uzaklaştırarak geleceğini yok etme hesapları kuran ve “ben tanrıyı yendim yarı tanrı oldum” diyen ada sahibinin başını çektiği hareket inanın ki hükmettiği halkın imanının ve dininin özünü bozup o halka her türlü haramı helal, helali haram olarak kabullendirmeye çalışan, düşmanı dost, dostu düşman kılan ve “dilediğimi öldürürüm, dilediğimi yaşatırım” cümlesinin benzeri olan “rahmetim şefkatimi geçmiştir” cümlesi ile ilahlığını ilan eden süfyanın idaresindeki hareketle aynı soydan, aynı boydan, aynı kökten gelmektedir. Yıllardır sürdürülen bu danışıklı döğüş halklardan başkasına zarar vermemiştir vermeyecektir de. Boşaltılan ilçelerdeki halkın geride bıraktıklarına kimlerin sahip çıkacağına iyi bakmak lazım. O bölgelerin siyonizm için jeopolitik konumunu ve yeraltı kaynaklarını iyi araştırmak lazım. Ve kavga eden tarafların aynı sistemi benimseyip aynı sistemin varlığını meşru gördüklerinin, aynı sistemin vekilleri olduklarının bilincine varmak lazım. O zaman bunca zulüm neden yapılıyor,bunca ölüm neden oluyor sorularının cevapları bulunacaktır.

Son olarak tekrar beyan edelim ki bölgede çatışan iki taraf yoktur. Tek bir taraf vardır ve o da halkın o bölgede kalmasını istememektedir. Duvara yazı yazan elle o yazı üzerinden varlığını meşrulaştırıp silah ile halka musallat olan el aynıdır. Asker vuran el ile, sokaktaki masumu vuran el aynıdır. Mecliste el sıkışanlar ile, o bölgeden halkı zorla çıkaranlar aynıdır. Sarayda yaşayan ile ada sahibi aynı tarlanın ürünüdür. Ve resmi bir bütün olarak görmek gerekmektedir. Sur’da yaşananlar Suriye’de yaşananlardan ayrı değildir. Suriye’de ki mücadele Sur’u da etkileyecektir. Ümmet ve mazlumlar bir vücudun azaları gibidir. Vücudumuz siyonizm tümörüyle yok edilmek istenmektedir. Sadece bir bölgeye bakarak asla çözüm üretemeyiz. Sorun insanlığın sorunudur, sorun bütün mazlumların ve halkların sorunudur. Sur’u vb. kurtarmak ve zulme engel olmak istiyorsak birlik olup siyonizmi ve onun uzantılarını ortadan kaldırmamız gerekmektedir. “Bizim derdimiz bize yeter” diye düşünmek en büyük yanlıştır. Çünkü bizim derdimizin kaynağı da Suriye vb. tüm yerlerdeki mazlumların derdinin kaynağı da aynıdır. Bu zulüm bir salgın gibi sarmış durumdadır bütün mazlumları ve bütün mazlumların bu hastalıktan kurtarılması zaruridir. Aksi halde bir belde temizlense ve görece olarak rahata kavuşsa bile bir süre sonra aynı salgın yine oraya nüfuz edecektir.

Bu yüzden bunların arkasında birbirimizin karşısında değil, bunların karşısında ve birbirimizin yanında saf tutmamız, kurşunla kenetlenmiş bir bina gibi durmamız bu topraklardaki bütün mazlumların geleceği için elzemdir. Ne vatan süfyaninin peşinden gidilmesine neden olacak kadar basit bir kavramdır, ne de ölümler, o ölümler üzerinden saltanatlarını sağlamlaştıranların oyuncağı olacak kadar değersizdir. Bütün halklar ve bütün mazlumlar kardeştir. Ve bu topraklar kıyamete kadar bu kardeşlere ait olacaktır. Siyonizm bu topraklara ekilmek istenen şer tohumudur. Buna müsade edilmemelidir…

siyasetmektebi.com

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu