İSLAM BÜYÜKLERİMEDYA ANALİZ

İmam Hamaney’in Suriye Temsilcisinin Dilinden Suriye Krizine Dair Her Şey

Uzun yıllardır İslam İnkılâbı Rehberi Ayetullah Hamanei’nin Suriye temsilciliği görevinde bulunan ve Suriye’deki gelişmeleri yakından izleyen Ayetullah Mücteba Hüseynî, Havza Haber Ajansı’na verdiği özel röportajda Suriye krizinin bilinen ve bilinmeyen yönlerini ele aldı.

Hiç kuşkusuz Suriye, Amerikan-Siyonist şer odağıyla mücadelede istikamet açısından Ortadoğu’nun geleceğinde ve güç dengesi bağlamında benzersiz bir rol oynamaktadır.

 

Suriye’deki gelişmeler kuşkusuz Beşşar Esad yönetiminin karşı karşıya olduğu en çetin sorundur ve emperyalist dünyanın bitmek bilmez taleplerinin ve savaş çığırtkanlığının en bariz örneğidir. Gerçekçi uzmanlara ve stratejistlere göre Suriye, eğer bu savaştan zaferle çıkabilirse, yalnızca Amerika ve İsrail’in şeytanî dengelerini altüst etmekle kalmayacak, Ortadoğu’nun geleceğinde de büyük değişikliklere neden olacaktır.

 

Uzun yıllardır İslam İnkılâbı Rehberi Ayetullah Hamanei’nin Suriye temsilciliği görevinde bulunan ve Suriye’deki gelişmeleri yakından izleyen Ayetullah Mücteba Hüseynî, Havza Haber Ajansı’na verdiği özel röportajda Suriye krizinin bilinen ve bilinmeyen yönlerini ele alarak, Şam yönetiminin, bilhassa Esad’ın geleceği, Hamas’ın Suriye’den ayrılma nedenleri gibi birçok konuya değindi.

 

Aşağıda bu röportajın tam metnini okuyabilirsiniz.

 

Suriye’de krizin nedenleri

 

Suriye’deki krizin nedenlerini incelemek önemlidir; hem Amerika’nın ve bölgedeki müttefiklerinin krizi başlatma nedenleri hem de niçin Suriye’nin seçildiği üzerinde durmak gerekir.

 

Emperyalist dünya, yıllardan beri, Doğu ülkelerini, üçüncü dünya ülkelerini peşinden sürükleme gayretindedir. Ortadoğu’da Batı aleyhtarı bir hareketin başlayacağı düşüncesinde olmadılar, halkların bağımsızlık talebinde bulunacağı beklentisi yoktu. Onlara göre Doğu ülkeleri ya Doğu’nun (Sovyetlerin) veya Batı’nın boyunduruğuna girecekti. İran İslam İnkılâbı’nın şekillenmesiyle dünya halkları yeni bir sürece girdi. Zaman içerisinde, İmam Humeyni’nin de buyurduğu gibi, “İnkılâp dünyaya açıldı” ve bir dalgalanma başlatarak emperyalizmin menfaatlerini tehlikeye soktu. Emperyalist dünya daima İslam İnkılâbı’nı yok etme, en azından İran sınırlarına hapsetme veya Şiilikle sınırlandırma peşinde oldu. Fakat ne mutlu ki İnkılâb’ın mesajları her yere ulaştı ve dünyada büyük bir değişim meydana getirdi.

 

Öte tarafta Siyonist rejim ise sürekli bir biçimde gerilim içerisindeydi ve inzivaya çekilmişti; öyle ki bu rejimin sözde gücü ve bu rejimin asla yenilmeyeceği düşüncesi, Lübnan’daki 33 gün direnişinde ve 2008’deki Gazze saldırısında hezimete uğradı.

 

Mısır, Tunus, Bahreyn ve Yemen hareketleri, İran İslam İnkılâbı’nın İslam dünyasında icat ettiği düşüncenin ve diriliş hareketinin dalgalarıdır. Düşman kaçınılmaz olarak bu hareket karşısında konum belirlemeliydi. Konumunu ise ancak kapsamlı bir proje hazırlayarak tespit edebilir ve bu hareketlerle mücadele edebilirdi.

 

Kamuoyuyla oyun

 

Emperyalizm, liberalizmi yayarak ve dinle mücadele ederek diriliş hareketine karşı koyamayacağı sonucuna vardı. Dolayısıyla dünya için örneklik teşkil edecek bir inkılâp vücuda getirmesi gerekiyordu. Hazırlıklar başladı; Türkiye İslamî uyanışın odak noktası ve İslam Cumhuriyeti’nin dünyadaki halefi olarak tanıtılmaya başlandı. Zamanla bu düşüncenin herkes tarafından kabul edilmesi isteniyordu. Türkiye’den Gazze’ye hareket eden insanî yardım konvoyları da işte bu planın bir parçası idi. Türkiye’de Netanyahu aleyhine takınılan Siyonizm karşıtı jestler de bunun bir parçasıydı.

 

 İslam Cumhuriyeti’nin halefi olacak bir modele ihtiyaçları vardı ve bunu ortaya çıkarmaları gerekiyordu. Çünkü daha önce öz Muhammedî İslam’ı ortadan kaldırmak için imal ettikleri Talibancı, El Kaideci radikal İslam, her ne kadar dünya çapında büyük fesada yol açtıysa da, Müslüman hakların çoğunluğunu etkisi altına alamadı. Bu yüzden Batı’nın gücü elinde tutacak, üçüncü dünyayı kontrolü altında tutabilecek, bununla birlikte Müslümanlara görünüşte de olsa birtakım imtiyazlar tanıyacak bir modele ihtiyacı vardı.

 

Peki, niçin kriz yaratmak için Suriye’yi seçtiler? Suriye’nin mevcut yapısı buna uygundu. Suriye devleti, bilhassa Cumhurbaşkanı Beşşar Esad diğer sultanlarla ve devlet başkanlarıyla karşılaştırıldığında kendine has imtiyazlara sahiptir. Beşşar Esad’ın yakın çevresinden edindiğim bilgilerin de doğruladığı gibi Esad ne ahlak dışı skandallarla anılmış bir isimdir, ne de halkın malına göz dikip haksız kazanç sağlamıştır. Fakat öte taraftan Suriye rejimi, baştan itibaren kendisini güçlü bir biçimde varlık göstermiş bir rejimdir. Güvenlik güçleri Suriye’de en fazla güce sahiptir. Hafız Esad döneminden itibaren olağanüstü bir yapılanma söz konusudur ve bu daha sonra da devam etmiştir. Tabii krizin patlak vermesiyle birlikte bu yapı lağvedilmiştir.

Krizin altyapısı

 

Bir başka mesele şudur: Suriye’de, diğer rejimlerde olduğu gibi, yönetimden kaynaklanan fesat ve rüşvet vardı. Halk arzu edildiği gibi özgür değildi. Bir başka mesele Suriye’deki dinî ve mezhebî ayrılıklardır. Suriye’deki din ve mezhep mozaiğinin yüzde 70’ini Şafii-Hanefi Sünniler, yüzde 10’unu Hıristiyanlar, geri kalanını ise Aleviler oluşturur. Ayrıca İsmaililer ve Dürziler de bulunmaktadır. Bu din ve mezhep ayrılığı Batı açısından bu ülkede fitne çıkarmak için uygun bir fırsattı. Fakat insaflı olmak ve şunu ifade etmek gerekir ki Suriye, farklı din ve mezhep mensuplarının birbirleriyle ilişkileri açısından örnek bir ülkeydi. Her ne kadar bazı radikal hareketler gibi kör noktalar mevcut idiyse de bunlar varlık gösteremiyordu ve halk samimiyetle bir arada yaşıyordu. Tasavvuf, Suriye’de özel bir yere sahipti; Hz. Peygamber’in (s.a.a) doğum gününde çeşitli camilerde düzenlenen meclislere Şiiler, Sünniler, Hıristiyanlar, Dürziler birlikte iştirak eder, konuşmalar yaparlardı. Ülkede samimi bir hava hakimdi. Fakat din ve mezhep çeşitliliği düşman açısından kriz yaratmak için uygun bir zemindi.

Suriye’nin ekonomik koşulları doğal olarak halk üzerinde baskı oluşturuyordu. Suriye rejimi bugün halkların İslam’a yöneldikleri bölgede laik bir rejimdir. Tabii rejimin laik olması din karşıtı olması anlamına gelmez, Suriye rejimi bütün dinlere karşı eşit mesafedeydi, dinle bir işi yoktu. İsteyen istediği dine inanabilir; ancak devlet kendi kanunlarını uygular, uygulamalarında kendisini herhangi bir dinin kuralları ile sınırlamaz. Netice itibariyle laiklik ilkesi rejim açısından, halkın dine yöneldiği dünyada, krizin imalini sağlayacak bir zaaf noktasıydı.

 

 Suriye’nin Siyonist rejimle komşuluğu

 

Öte yandan Suriye, İsrail’in komşusudur ve Arap dünyasının odak merkezi sayılır. Bilhassa Mısır’ın Amerika’nın sultası altında sessiz kaldığı uzun yıllar boyunca bu böyleydi. Suriye ise İran İslam İnkılabı ile stratejik işbirliği içerisindeydi; nitekim Hafız Esad İslam İnkılâbı’nı resmen tanıyan ve İran’ın yanında duran ilk liderdi. Beşşar Esad da babasının yolundan gitti. Emperyalist dünya uzun süre Suriye’yi İran’dan ve Hizbullah’tan ayırmak için tehditlerde bulundu, ancak başarılı olamadı. Bunun üzerine İran’ı İsrail sınırından uzaklaştırmak, Hizbullah’ı ve Suriye’ye sığınan Filistinli mücahidleri hamisiz bırakmak için Suriye’de bir halk ihtilalı icat etmek istediler. Filistinliler dünyanın hiçbir ülkesinde vatandaşlığa kabul edilmezken Suriye’de vatandaşlık statüsü aldılar ve hatta devlet dairelerinde resmen istihdam edildiler. Suriye’de yurttaşlık haklarının tamamına sahip oldular.

 

İki büyük hata!

 

Emperyalizm, Suriye’de yalnızca bir ateş yakmakla her şeyin istediği gibi olacağını sanıyordu; kriz dalgası bütün ülkeye yayılacak ve Suriye’de, Tunus, Mısır, Yemen’deki gibi halk ayaklanmalarına şahit olunacaktı. Bu işin komutası Türkiye’ye verildi. Plan uygulanmaya başlandığında, bir taraftan ne mutlu öte taraftan ne yazık ki diyebileceğimiz iki büyük hata yapıldı. İşin başında ülkeye silahla girildi; önce soğuk silahla sonrasında kurşun sıkılarak. İkinci hata baştan itibaren Şiilik, Alevilik ve Hıristiyanlık karşıtı bir slogana sahip olmalarıydı. Bu slogana göre Şiilik tabuta girmeli, Hıristiyanlık Beyrut’a gitmeliydi! Beş milyonluk Suriyeli Şii nüfusun tabuta girmesini veya nüfusun yüzde onunu oluşturan Suriyeli Hıristiyanların Beyrut’a gitmesini beklemek makul değildir. Kaldı ki Suriyeli Hıristiyanlar köklü bir geçmişe sahiptir, kiliseleri evrenseldir ve dünyanın birçok kilisesinden çok daha eskidir.

Cahil insanların önderliği!

 

Bir diğer zaaf noktası bu meseleleri gündeme taşıyan insanların halk arasında bir konuma sahip olmamasıdır. Parayla satın alınan cahil ve bilgisiz insanlardır bunlar. İlk mitingde katılımcılara biner Suriye lirası, daha sonra üç yüzer ve iki yüzer lira verdiler. Bu mitinglerde katılımcılar bir daha geri dönemeyecekleri suçları işlediler.

Hesap hatası!

 

Öncelikli hedef Suriye hükümetini iki ayda, en fazla dört ayda devirmekti. Hükümetin devrilmediğini gördüklerinde Libya’da olduğu gibi Nato’nun krize müdahale etmesi ve Suriye’ye saldırması seçeneği üzerinde durdular. Bunun için birtakım araçlara ihtiyaçları vardı; Suriye’de kan gövdeyi götürmeli, iç çatışmalar şiddetlenmeli ve böylelikle bir bahane üretilmeliydi. Buna göre öldürmekten korkmayan tecrübeli milislerin sahneye çıkması gerekiyordu ve bu tür milisler Libya, Pakistan, Afganistan gibi ülkelerde çoktu. Bütün güçlerini seferber edip Nato’nun müdahalesini meşrulaştırmak istediler. Amaç, Libya’da yaşananlara benzer bir süreci başlatmaktı.

 

Katar ve Suudi Arabistan’ın teröristlerle perde arkasında kalan işbirliği

 

Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkelerin silahlı milislerle niçin işbirliği yaptığına gelince; iradesizlik nedeniyle… Katar köy kadar bir yerdir ve coğrafî varlığı sunidir. Katar’a sahte bir güç verdiler. Aslında Katar öne çıkarılan ve rüzgârın hareketiyle hareket eden bir kukladır.

 

Suudi Arabistan’ın ise ülke içinde yaşadığı şiddetli sorunlardan ve hükümetin halk desteğini kaybetmesinden dolayı Batı ile işbirliği yapmaktan başka çaresi yoktu. Batı bu ülkeleri Suriye krizine müdahil ederek sorunu uzaktan izledi ve kendisini korudu. Öte yandan yapılan masrafları da bu ülkelere yıktı. Tabii ki bu ülkeler siyasî geçmişleri dolayısıyla bu tür bir işe girişmeye hazırdılar.

 

Ülke içindeki ve dışındaki isyancıların gruplandırılması

 

Genel bir analizde bulunarak şunları söyleyebiliriz: Suriye’deki siyasî isyan bütün ülkelerdeki gibi doğal bir durumdur. Bilhassa Suriye gibi başından itibaren halk iradesini esas almayan rejimler açısından isyan çok doğaldır. Bu, isyanın sıradan bir mesele olduğu anlamına gelir.

 

Suriye’deki isyancıları veya muhalifleri iki gruba ayırmak mümkündür: Çoğunluğu, özgürlük ve demokrasi talep eden, liberalist bakış açısına sahip, dinle işleri olmayanlar oluşturur. İkinci grubu ise dinî bir düzen isteyenler oluşturur. Ancak bunlar dinî düzeni siyasî yollardan talep ederler, askerî yoldan değil. Suriye’de askerler maddeci ve liberal insanlardır; ekserisi Ceyş el Hür’de müşahede edilmektedir. Her ne kadar İslamî sloganlar atsalar da çoğunluğu liberal ve laik insanlardır.

Suriye rejiminin büyük şansı

 

Öte yandan en radikal dinî gruplar, örneğin El Kaide ve Pakistan, Tunus ve diğer ülkelerden getirilen diğer gruplar dinî itkilerle fakat çok cahilce ve satılmışça hareket etmektedirler. Bu iki kutupluluk onlar arasında çatışma yaratmaktadır. Nitekim Ceyş El Hür ile radikal İslamcılar arasında çıkan çatışmalarda iki taraftan ölenler olmuştur. Tabii bu durum, her ne kadar ileride esaslı bir sorun icat edecek olsa da, şu an için Suriye rejimi açısından büyük bir şanstır. Çünkü Suriye rejimini istemeyen kesimler bu grupları haydi haydi istemiyorlar. Bu muhalif grupların iş başına gelmesi durumunda birbirlerinin canına kast edeceklerini, bunun da büyük bir kaosa sebebiyet vereceğini ve neticede güvenlik diye bir şeyin kalmayacağını biliyorlar.

 

Amerika ve İngiltere nasıl Suriye halkının devrimini ve özgürlüğünü savunmaktadır?

 

Suriye’nin sorunlarından biri muhaliflerin tek bir grup tarafından yönetiliyor olmamasıdır. Suriye’de insanlar, masaya oturup sonuca varacakları bir dizi müzakere başlıklarına sahip değil. Tabii ki bütün halk reform istiyor. Devlet de baştan itibaren reform yanlısı olduğunu ilan etti. Bu meyanda esaslı birtakım reformlar gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanı Esad bir komisyon oluşturdu ve bu komisyon anayasayı revize edip muhtevasını değiştirdi. Örneğin cumhurbaşkanlığının hayat boyu süren bir makam olduğu ve tek partinin seçimlerde en fazla adaya ve çoğunluğa sahip olacağı maddesi değiştirildi. Ayrıca ülkenin dininin İslam olduğu anayasaya eklendi. Bütün bunlar halk oylamasına sunuldu. Ancak perde arkasında olan şey reform veya özgürlük, demokrasi söylemleri değil. Çünkü muhaliflerin hamisi Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya’dır ve bu ülkeler hiçbir zaman bir devrime destek vermemiştir. Bilakis bu ülkeler emperyalist ülkelerdir. Peki, şimdi ne oldu da Suriye halkının devriminin ve özgürlüğünün savucusu oldular?

 

Suudi Arabistan ve Katar’ın demokrasiden dem vurması!

 

Doğu’da ve Ortadoğu’da Suudi Arabistan Suriyeli muhalifleri desteklemektedir. Suudi Arabistan krallıkla yönetilen bir ülkedir. Bu ülkede halk yönetime katılamamaktadır ve seçim hakkı da bulunmamaktadır. Katar’da da durum benzerdir. Orada da Ortaçağ hükümeti hâkimdir ve bir emir yönetimi elinde bulundurmaktadır. Fakat gelin görün ki bu ülkeler Suriye’de demokrasi olmadığı için gözyaşı döküyorlar! Açıkça anlaşıldığı gibi bu hareket Suriye halkının demokrasi, özgürlük ve halk iradesi taleplerinin peşinde değildir.

 

Suriye’deki reformlara büyük muhalefet

 

Bu güçler Suriye’deki reformlardan memnun değiller. Şimdi de reformlara şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Razı olacakları tek şey Suriye devletinin yıkılmasıdır. Reformları kabul edip reformlara fesat karıştırarak isteklerini elde etmeye çalışıyorlar; Tunus, Mısır vb. ülkelerde yaşananlar gibi… Bu ülkelerde emperyalist dünya, halkları İslam’dan uzaklaştırmak ve aynı zamanda ihtilafları şiddetlendirmek için çaba harcadı. Elbette nasıl Afganistan, Irak ve hatta Yemen’de başarılı olamadılarsa Suriye’de de başarılı olamayacaklar. Suriye’de, Allah’ın yardımıyla, hükümetin devam etmesini ve muhalif kanadın müzakereyi kabul etmek zorunda kalmasını bekliyoruz.

 

Dünya Suriye’de hızlı bir siyasî dağılma bekliyordu

 

Suriyeli siyasetçilerden bazılarının hükümetten ayrılması konusuna gelince; dünya Suriye rejiminde ve ordusunda hızlı bir siyasî dağılma bekliyordu. Bu dağılma Batı tarafından ve bölgedeki bazı ülkeler tarafından maddî vaatlerle, tehditlerle vb. sağlanmaya çalışıldı. Kapsamlı planlar yapılıyor ve bazı insanların hükümetten ayrılması bekleniyordu. Ancak ayrılanların sayısına baktığımızda bekleneni karşılamadığını görürüz. Bazı insanların hükümetten ayrılması doğal bir süreçtir. Nitekim başka ülkelerle de kopmalara şahit olduk. Oysa Suriye’de daha fazlası bekleniyordu. Elbette bu az sayıdaki kopuş haddizatında zararsız değildir ve rejimin zayıflamasına sebep olmuştur.

Hamas’ın Suriye’den ayrılması

 

Suriye İslamî mukavemeti daima desteklemiştir. Belki de mukavemete verdiği bu destek, Suriye’nin yaşadığı bu soruna neden olmuştur. Hamas’ın Suriye’den ayrılması meselesine gelirsek; Hamas Müslüman Kardeşler’in bir parçasıdır. Müslüman Kardeşler Mısır’daki İslamî uyanışın zaferinden sonra Amerika ve İsrail karşısındaki tavrını ortaya koymuştur. Cumhurbaşkanı Mursi, Siyonist rejimin liderini resmen “aziz kardeş” olarak nitelemiştir ve İsrail elçiliği Mısır’da kalmaya devam etmiştir. Ayrıca Mısır-İsrail ilişkileri, ezcümle Camp David anlaşması korunmuştur. Bir insan bir hizbe bağlı olduğunda o hizbin prensiplerine tabi olur. Mevcut koşullarda Müslüman Kardeşler, Amerika ve İsrail’e muhalefet etmemeyi prensip edinmiştir. Öte yandan Amerika, İsrail ve Batılı güçler Suriye’ye muhalefet etmeye başladıklarında Müslüman Kardeşler ile Hamas’ın farklı hareket etmeleri beklenemezdi. Dolayısıyla Hamas’ın Suriye’den ayrılması, Suriye ile yollarını ayırması doğal bir süreçtir.

 

Hamas Filistin halkının tamamını temsil etmez

 

Hamas hakkında konuştuğumuzda bütün Filistin halkı hakkında konuşmuş olmayız; çünkü halk bölüklere ayrılmaz. Bölükleri siyasî ve askerî hizipler oluşturur ve bu hizipler halkın bir kısmını temsil eder. Hatta Hamas’ın bayrağı altında mücadele eden bazı kimselerin Hamas’ı desteklememesi ve Suriye tarafında yer alması da mümkündür.

 

Kofi Annan ve Ahdar İbrahimi’nin başarısızlığı

 

Halihazırda Suriye halkı, ekonomik, siyasal ve güvenlik sorunlarından bıkmış durumda huzur peşindedir. Öte yandan rejimin devrilmesinden ve muhaliflerin hâkimiyet kurmasından endişe etmektedir. Ahdar İbrahimi ve selefi Kofi Annan bağlamında onların iki taahhütlerinin olduğunu düşünüyorum: Birincisi zahiri taahhüt; yani Suriye meselesinin adilane çözümü ve halkın taleplerini elde etmesi ve ülkede güvenliğin, özgürlüğün ve demokrasinin hâkim olması… Diğeri batıni taahhüt, bu da memuriyetleriyle ilgili. Onlar her ne kadar bağımsız olsalar da Amerika’nın taleplerini yerine getirmek zorundadırlar ve bu yüzden açıkça konuşamazlar.

 

Ülkede kargaşa hâkimken bir rejim silah bırakabilir mi?

 

Ben defalarca şunu sordum: İki tarafın silah bırakması ne demektir? Bir rejimin, devletin silah bırakmayı kabul etmesi makul müdür? Bir rejim ülkesinin güvenliğini koruma ve güvenlik güçlerini düzenli bir şekilde ayakta tutma hakkına sahiptir. Öte yandan bu ikisi arasında davacı ve inkârcı denklemi vardır. Rejim inkârcı konumundadır, muhalifler ise davacı. Muhalifler silah bırakırlarsa rejimin elinde savaşmak için bir bahane kalmaz. Suriye rejiminin yaptığı bütün eylemler terörist muhaliflerle mücadele amacına matuftur, savunma amaçlıdır. Onlar kendiliğinden geri çekilirlerse geri püskürtmek için sebep kalmaz. Dolayısıyla muhaliflere dışarıdan silah verilmeyeceği ilan edilmelidir. Nitekim İslam İnkılâbı Rehberi Ayetullah Hamanei de bu hususa işaret etmiştir: “Bir ülkedeki muhaliflere başka ülkeler tarafından yardım sağlanması söz konusu olursa, bu durumda dünyaya hercümerç hâkim olur. Bu, uluslararası dengelere aykırıdır. Bu açıkça müdahaledir.”

 

Türkiye resmen Beşşar’ın gitmesini istiyor!

 

Ne yazık ki dünyada dengeler ciddi bir değişime uğruyor. Amerika açıktan muhaliflere silah sağladığını ilan ediyor. Türkiye resmen “Beşşar gitmeli” diyor! Bir ülke başkanı başka bir ülke başkanı hakkında böyle bir açıklama yapma hakkını nereden buluyor?

 

Ahdar İbrahimi’nin iradesi yok!

 

Suriye krizi bağlamında realite şudur: Eğer Suriye halkı ve devleti mukavemet edebilirse, gerek Kofi Annan gerekse Ahdar İbrahimi geri adım atmak zorunda kalacaktır. Ama eğer tavırlarında bir zaaf söz konusu olursa bu ikisi ellerinden geldiğince ileri gideceklerdir. Ahdar İbrahimi adalete ve kanunlara aykırı politikaları, bu politikaları Amerika veya Fransa izleyecek olsa bile, mahkûm edebilecek iradeye sahip değildir. Bugüne değin böyle bir tavırla karşılaşmadık, görünüşte yapılanlar dışında…

 

Bence geleceği belirleyecek şey Suriye rejiminin tavrında sabitkadem olması ve mücadelesine devam etmesidir. Tabii ki teröristlere karşı mücadeleden söz ediyorum. Öte yandan mutlaka ilk fırsatta reformlar hayata geçirilmeli, halkın meşru talepleri karşılanmalı ve askerî saldırılara karşı konulmalıdır.

 

Halkın reformlardan memnuniyeti

 

Kanaatimce Suriye’deki reformlarla ilgili olarak yürütülen tartışma muhtevayla ilgili değil, icrayla ilgidir. Halkın geniş katılımıyla düzenlenecek bir seçimi herkes istiyor; ama bunun gerçekleşmeyeceği söyleniyor. Muhalefet, yönetimin bugün böyle söylediğini ama ortalık sakinleşince yapılacak seçimlerin gerçek bir seçim olup olmayacağının belli olmadığını iddia ediyor. Hatta sonuçları belli bir seçim olacağını öne sürüyor. Bazı kesimleri endişelendiren şey kanunların hayata geçirilmemesidir, kanunun kendisi değil.

 

Dünya ülkelerinin birçoğunda kanunlar kabul edilebilirdir, ancak uygulamada eksiklik vardır. Muhalefet konusu da işte bu uygulama, icra konusudur. Batı’nın davulunu çalan Suriyeli muhalifler de kanunların uygulanmayacağı bahanesinden yararlanıyorlar.

 

Halkın Beşşar Esad sevgisi

 

Ben şöyle düşünüyorum: Suriye’de siyasî ve askerî güvenlik tam manasıyla tesis edilir ve halk seçimlere özgürce katılabilirse çoğunluk Beşşar Esad’ı seçecektir. Çünkü Alevilerin ve Sünnilerin çoğunluğu Esad’ı sevmektedir. Geri kalan kesimin büyük çoğunluğu ise Esad’ın yerini dolduracak bir adayın olmadığına inanmaktadır. Mevcut şartlarda halk, Esad devrilirse terörist muhaliflerin Suriye’yi kaosa sürükleyeceğine inanmaktadır.

 

Batılılar için uluslararası rezalet

 

Daha önce Amerika yeni bir Ortadoğu haritası hazırlamıştı ve bu konuda oldukça ciddiydi. Sonuç alamayacaklarını gördüklerinde bu proje akim kaldı. Bugün de Amerika ve müttefikleri, Suriye konusunda kendileri açısından matlup bir sonuca ulaşamazlarsa bu, Batılı ülkeler, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan başta olmak üzere muhalifleri destekleyen bütün ülkeler açısından büyük bir rezalet; Suriye, İran İslam Cumhuriyeti ve İslamî mukavemet açısından bir imtiyaz olacaktır. Bu yüzden mümkün olan her şekilde kendi sözlerini kabul ettirmek istiyorlar.

 

Beşşar Esad’ın devrilmesinden sonra artçı sarsıntılar Türkiye’yi sallar

 

Bana göre bir ülkeye birilerinin silah zoruyla girmesi ve bu ülkede söz sahibi olması büyük bir tehlikedir. Bu kötü bir tecrübedir ve dünyanın neresinde olursa olsun etkisi menfidir. Bu, şimdiye kadar bu işi yapan Türkiye’ye de zarar vermiştir, bundan sonra da zarar verecektir. Beşşar Esad rejiminin devrilmesinin ardından mutlaka artçı sarsıntılar yaşanacaktır; hatta bu sarsıntılar Türkiye’de Suriye’dekinden daha şiddetli hissedilebilir. Suriye rejimine muhalif olan El Kaide virüsleri Türkiye hükümetine de muhalefet edecektir. Niçin? Çünkü Türkiye’de El Kaide’nin saldırılarına bahane ettiği ahlakî fesat, hicapsızlık, alkollü içecekler vb. mevcut…

 

Erdoğan’ın Osmanlı İmparatorluğu’nu ihya etme arzusu

 

Başbakan Erdoğan’ın Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden kurma düşüncesinde olduğu söyleniyor. Fakat şimdiye kadar bu düşünce gerçekleşmedi. Bu düşüncesiyle herhangi bir fayda da elde edemedi, bilakis zarar gördü. Türkiye içinde muhalif eylemler düzenleniyor. Ayrıca halkın Erdoğan sevgisinde bir azalma görülüyor. Bu bakımdan bu düşüncesini gerçekleştirebilmesi uzak bir ihtimaldir.

 

Talibancı İslamî emirlikler projesi

 

Muhalifler arasında İslamî emirlikler konusu gündeme geliyor. Bu, Taliban’ın Afganistan’da icat ettiği tehlikeli bir düşüncedir. Suriye rejimi yıkılırsa durum daha tehlikeli bir boyut kazanır. Bilhassa bugüne dek kendi bölgelerini krizden koruyan Suriyeli Şiiler açısından durum çok daha tehlikeli olur. Rejim yıkılırsa, kanaatimce, bu düşünceye sahip olanlar zararı herkese, özellikle Şiilere dokunacak büyük bir kargaşa ortamı icat ederler. Çünkü bu hareketin Suriye’deki lideri Şia aleyhine düşmanca konuşmalar yapan bir şahıstır. Ona göre Şia’nın kökü kazınmalıdır. Konuşmalarında insanları alenen savaşa, insan öldürmeye ve hatta parçalayarak öldürmeye çağırmaktadır. Eğer bu düşünceler hayata geçirilirse durum çok tehlikeli olur.

Maazallah Suriye rejimi yıkılırsa halk bu tehlikeden korunmak, tehditleri en aza indirmek için yeni hükümet kuruluncaya dek kendi bölgelerini savunurlar. Çünkü yeni hükümet kurulduğunda bu tehlikenin şiddeti azalır.

 

İran’ın Suriye’ye desteği

 

Öncelikle İran İslam Cumhuriyeti’nin vicdana uygun hareket etmesi gerekir. Bu şu anlama gelir: İslam Cumhuriyeti’nin, dünyada mütedavil olan şeytani siyasetle, rüzgâr nereye eserse yönünü o tarafa çeviren siyasetle birlikte hareket etmemesi gerekir. Nerede zayıflayan bir rejim varsa onunla ilişkilerini kesen, güçlendiğinde ise onun yanında yer alan bir siyaset gütmemelidir. Bu, bizim ilkelerimize terstir. İslam Cumhuriyeti’nin Suriye tavrı ilkelidir. Suriye de her zaman İran’ın yanında olmuştur. Öte yandan İslamî mukavemeti de desteklemiştir. Uluslararası açıdan da Suriye’yi desteklemek İran’ın menfaatinedir.

 

İran’ın hekimane tavrı

 

Kimileri niçin İran kendisini Suriye için harcıyor? diye soruyor. Bu harcamak değildir; çünkü bir gün perdeler açıldığında, mevcut rejim devrilse bile, herkes İran’ın tavrının ne kadar hakimane bir tavır olduğunu anlayacaktır. Bugün Suriye’deki olayın devlet tarafından bastırılan bir halk ayaklanması olmadığını herkes anlamış durumdadır. Bu hareket ithal edilmiş bir harekettir. Bu bakımdan biz Suriye’yi destekleme bağlamında emperyalizm ve İsrail’le mücadele yolunda hareket ediyoruz; Suriye halkıyla mücadele yolunda değil. Biz Suriye halkını destekliyoruz.

 

İran İslam Cumhuriyeti’nin sunduğu altı maddelik plan adalet ilkesine dayanır. Herkes bir rejimin güç kullanılarak devrilemeyeceğini bilmelidir. Bir rejim sadece halk iradesiyle yıkılır.

 

Teröristlerin savaşı ve kaçışı

 

Şu an Suriye topraklarının ne kadarının devletin, ne kadarının muhaliflerin elinde olduğunu söylemek zordur. Çünkü bir dalgalanma söz konusu. Filanca yer muhaliflerin elindedir, demek yanlış olur; çünkü muhaliflerin yüzde yüz kontrollerinde tuttukları bölgelerin sayısı oldukça azdır. Eğer bir yerde sabit kalabilselerdi hükümet kurarlardı. Muhalifler bulundukları bölgelerde halkı tehdit ediyor, silah kullanıyor ve bazen de tutukluyorlar. Ama o bölgeye Suriye ordusu girdiğinde kaçıyorlar. Muhaliflerin durumu savaşla kaçış arası bir durumdur; tekinsiz bir ortam yaratmak istiyorlar.

 

Suriye ordusu kayıpları azaltmak istiyor

 

Bugüne dek Suriye ordusu çatışmalardaki kayıpların azalması için uğraştı. Bu bakımdan ordunun tamamı seferber olmadı. Mevcut durumda ordunun küçük bir kısmı çatışmalara girmektedir. Çünkü sokak savaşlarında ordu ağır kayıplar verir. Muhalifler önceden evlerinde yığınak yaptılar ve yerlerini hazırladılar. Ama ordu bu bölgelerde çıplak vaziyettedir. Tabii bazı bölgeler muhaliflerden arındırıldı; ama başka bölgeleri uzaktan ateş altına alıyor ve muhalifleri kaçıyorlar. Ordu istese teröristleri kuşatma altına alıp tutuklayabilir, ama bu durumda ordu çok sayıda askerini kurban vermek zorunda kalır. Bu istenilen bir şey değil.

 

Halk ve devlet arasında bir savaş yok

 

Suriye’de halk-devlet çatışması yok. Eğer savaş halkın çoğunluğu ile devlet arasında olsaydı devlet kalabalık halk kitleleriyle mücadele edemezdi. Savaş, silahlı gruplarla devlet arasındadır. Halkın çoğunluğu devletine bağlıdır, sevmektedir. Devleti sevmeyenlerin olması da muhtemeldir, ama devleti muhaliflere tercih etmektedirler. Bu iki grubun yanı sıra muhalifleri seven ancak çatışmaya girmeyenler de bulunmaktadır. Bu bakımdan Suriye rejimi hâlâ sağlamdır, ayaktadır.

 

Suriye rejiminin istihkamı

 

Suriye rejimi güçlü bir rejimdir. Muhalifler saldırdıkları birçok şehirde devlet dairelerini ateşe verdiler veya yetkililerin yokluğunu fırsat bilip kamu binalarını yağmaladılar. Buna karşın devlet daireleri vazifelerini yapmaya devam etmektedir. Bugün Şam’da her şey doğal seyrinde ilerlemektedir.

 

Muhaliflerin sayısı

 

Muhaliflerin sayısı bağlamında kesin bir istatistikten söz etmek mümkün değil, ama Pakistan, Afganistan, Tunus, Mısır, Türkiye ve hatta Batı ülkelerinden birçok kez insan gücü ithal edildi.

 

Yabancı milisler Suriye krizinde baş roldedir; krizi alevlendirmek için dışarıdan ithal edilen, eğitimli unsurlardır bunlar. Bu işe bütün varlıklarını adamışlardır. Yerli muhalifler de onlara tabidir. Para karşılığında onların kontrolünde hareket etmektedirler. Tabii aralarında korktukları için bu işi yapanlar da bulunmaktadır.

 

Ehlisünnetin namusuna saldırı

 

Çirkin fiillere yönelenler, cinayet işleyenler korkusuzlaşırlar. Muhalifler yalnızca Şiilerle çatışmıyorlar, bazı bölgelerde Ehlisünnetin namusuna da saldırıyorlar. Örneğin halkının tamamı Sünni olan Humus’a bağlı Babu Amr’da iki yüz elliden fazla kadın tecavüze uğradı! Sünni ulemanın birçoğu da yersiz yurtsuz kaldı.

 

Sünni ulemanın güvenliği yok

 

Ne yazık ki Sünni ulema teröristlerin mezhebî durumlarını açıklama ve halkı bu konuda aydınlatma bağlamında kendilerinden bekleneni yapmadılar. Bunun nedeni ulemanın desteklenmemesidir; kendilerini güvende hissetmiyorlar. Alenen muhalefet ettiklerinde tutuklanıyor, işkence görüyor ve öldürülüyorlar. Bugün isyancılarla birlikte hareket etmek istemeyen âlimler kendi bölgelerini terk etmek, kaçmak zorunda kalıyor. Çünkü muhalifler baskın düzenliyor ve cami imamını minarenin hoparlöründen cihad çağrısı yapmaya zorluyorlar.

 

Suriyeli âlimler Lübnan’da işçilik yapıyor

 

Cesur bir Sünni âlimi olan ve şehid meclislerinde konuşmalar yapan Ömer Meşalati birkaç ay önce kaçırıldı ve hâlâ kendisinden bir haber alınamadı. Kimi âlimler camilerini terk etmek, kaçmak zorunda bırakıldı, kimileri ise başka ülkelere sığındılar ve işçilik yapıyorlar. Güvensizlik âlimlerin kendi görevlerini yerine getirmesini engelledi.

 

 Geleceği öngörmek mümkün değil

 

Suriye’nin geleceği hakkında gerçekçi bir öngörüde bulunmak mümkün gözükmüyor; çünkü durum karmaşık bir hal aldı. Hem muhalifler olanca güçleriyle çalışıyor, hem de devlet onlara karşı en iyi yollardan mücadelesini sürdürüyor. Muhaliflerin yavaş yavaş umutsuzluğa kapıldıklarını söyleyebiliriz. Nitekim uluslararası toplantılarda yaptıkları konuşmalarda geri adım attıkları gözlemleniyor. Daha önce askerî strateji geliştirmekten söz eden Amerika da müzakere seçeneğini kabul etmiş görünüyor. Oysa geçmişte sadece askerî tehditlere başvuruyordu. Bu, muhaliflerin ve destekçilerinin karamsarlığa kapıldıklarının işaretidir.

 

 Siyasî grupların ülke yönetimine katılması 

 

 Beşşar Esad başlangıçta bütün siyasî grupların ülke yönetimine katılımını sağlamak amacıyla birtakım adımlar attı. Bakanlar kurulunda çok sayıda değişiklik yapıldı. Elbette Suriye’nin önemli sorunlarından bir tanesi hükümet yapısında radikal ve salih olmayan kişilerin bulunmasıdır. Bunun nedeni Baas Partisi’nin hâkim ve karar merci olmasıdır.

 

Hatıralar

 

Suriye’de huzurun hâkim olduğu dönemlerde biz ülkenin farklı bölgelerine gezi düzenliyor, gittiğimiz her yerde kendimizi tanıtmadan halkın ilgisiyle karşılaşıyorduk. Suriye’ye geldiğim ilk yıl Kudüs Günü’nde iki âlim arkadaşımla birlikte Yermük’teki Resim Mescidi’ne gittik ve cemaatin arasına karıştık. Hatip cuma hutbesine başlamadan önce bizimle ilgili birkaç cümle söyledi, “İran İslam Cumhuriyeti’nin melekûti esintisini” mescide taşıdığımızı söyledi. Hoş geldiniz dileklerinde bulundu. Ayrıca Şam’da bir mescidde de bir konuşma yapmıştım. Daha sonra cami imamı birkaç meslektaşıyla birlikte ofisime gelmiş ve bana teşekkür etmişti. Görüşmede bana sırayla orada bulunan imamların camilerinde cuma hutbesi okumamı teklif etmişti. Ben de hutbe için değil ama konuşma yapmak için gelirim, demiştim.

 

Sünni hocaların İmam Humeyni sevgisi

 

Şeyh Ahmed Keftaru’nun kurduğu Suriye’nin en büyük Sünni ulema birliği olan Mecmau’n-Nur’a ilk gidişimizde hocalar ve talebeler bizi karşılamak için yolun iki yanına dizilmişlerdi. Oraya ulaştığımızda bizi alkışlarla karşıladılar. Konuşmadan sonra hocaların odasına geçtik. Hocalar İslam İnkılâbı’nın yıl dönümü münasebetiyle kısa konuşmalar yapıyor ve İmam Humeyni’yi yad ediyorlardı. Daha sonra kadınlar bölümüne geçtik; orada da Ehlibeyt (a.s), özellikle İmam Hüseyin ve Ali Ekber hakkında şiirler okunuyordu. Sufi meşrep olduklarından Ehlibeyt’e ayrı bir muhabbetleri vardı. Selimiye gibi İsmaililerin yaşadığı şehirlere de davet edildim, oralarda da ilgiyle karşılandım ve konuşmalar yaptım.

 

Bir şehid babası şehid oğlunun elini tutmuş Allahu Ekber diyordu

 

Bir başka hatıramı paylaşayım sizinle: Seyyide Zeyneb bölgesindeki şehid ailelerini ziyarete gitmiştik. Şehid verdikleri için ailelerin mahzun olduğunu düşünmüştüm. Orada bir şehid babası sanki oğlunu kaybetmemiş gibiydi, morali yüksekti. Bir başka zaman bir cenaze törenine katıldım. Bir şehid babası şehid oğlunun elini tutmuş, Allahu Ekber diye bağırıyordu.

 

Hz. Zeyneb’in (s.a) türbesi hiç kapanmadı

 

Bu süre zarfında Hz. Zeyneb’in türbesi hiç kapanmadı. 1000 kiloluk TNT bombasının patlatıldığı ilk saldırıda patlamanın etkisiyle mescidin tavanının bir kısmı çökmüş, pencereler kırılmıştı. En kısa sürede yıkıntıların toplatılmasını istedik. Gençler geldi ve yıkıntıları topladı. Cuma gününe rastlayan ertesi gün cuma namazı kılındı. Bugün de türbede cuma namazı ve vakit namazları kılınmaya devam ediyor.

 

Şam’da matem meclisleri

 

İmam Humeyni Mescidi’nde vakit namazları kılınıyor ve bölgenin en yüksek minaresi olan minaresinden ezan sesi yükseliyor. Şam’da Aşura meclisleri 40 ayrı yerde düzenleniyor ve halk bu meclislere katılıyor. Seyyide Zeyneb bölgesinin tamamı saldırılara hedef oldu ve bölgedeki birçok ev ve iş yeri yıkıldı; kimilerini ateşe verdiler kimilerini yağmaladılar. Bölge halkı türbenin arkasına yerleşti, çünkü türbenin batısı, yani bizim büromuzun karşısı teröristlerin elinde. Bu durum halk arasında güzel bir uyumun oluşmasına vesile oldu. Cuma namazı halkın yoğun katılımıyla kılınıyor ve mescid dolup taşıyor.

 

Hz. Zeyneb’in türbesinin muhafaza edilmesi ve ziyarete açık olması halka umut vermektedir. Hz. Rukayye’nin türbesinin olduğu bölge de güvende. Türbe muhafaza ediliyor. Aşura’da İranlılar Hz. Rukayye’nin hareminde on gece boyunca matem meclisi düzenlediler.

 

Suriye’de 1200 talebe eğitime devam ediyor

 

Suriye’deki medreselerde İslamî ilimler tedrisine devam ediliyor. Bu medreselerde dörtte üçünü yabancı talebelerin oluşturduğu 1200 talebe eğitim alıyor. Yaklaşık kırk ülkeden talebe var. Yaz tatilinde talebelerden tebliğ vazifelerini yerine getirmeleri için ülkelerine gitmelerini istedik. Büyük çoğunluğu gitti. Suriye’deki medreseler farklı mercilere bağlı. İçlerinde en iyisinin El Mustafa Üniversitesi’ne bağlı olan İmam Humeyni Medresesi olduğunu söyleyebiliriz.

 

Medreselerin isyancılar tarafından tahrip edilmesi

 

Ramazan ayından sonra, Suriye’deki gerilim artınca bazı medreseler isyancıların kontrolüne geçti; onlar da medreseleri tahrip edip yağmaladılar. Medreseler ve mercilere ait bürolar kapandı. Elbette İslam İnkılâbı Rehberi Ayetullah Hamanei’nin bürosu hiç kapanmadı. İmam Humeyni Medresesi de kısa sürede tekrar açıldı. Ülkelerine giden talebelere geri dönmeleri için henüz erken olduğunu söyledik, ancak buna rağmen halihazırda 50 yabancı talebe eğitime devam ediyor.

 

Üç âlime suikast

 

Suriye’deki son olaylarda üç âlime suikast düzenlendi. Akşamları muhaliflerin kontrolündeki bölgede bulunan evine giden Zeynebiye Hüseyniyesi’nin imamı Seyyid Abbas Alevi evinin yakınlarında şehid edildi. Hz. Rukayye türbesinin imamı Şeyh Abbas Leham Halvet mahallesinde şehid edildi. Seyyid Abdülkudüs Cebbare ise kardeşinin evinin önünde suikasta uğradı ve şehid oldu. Bu saldırıda kardeşi de ağır yaralandı, durumu hâlâ kritik.

 

Hz. Zeyneb’i (s.a) ziyaret etmek isteyenlere tavsiye

 

Şu anda yollar açık, isteyenler buraya gelip dönebilir. Ancak kafile ile gelecek olanların daha kolay tanınacaklarından daha fazla dikkatli olmaları gerekir. Kafilelerin terörist saldırılara hedef olma ihtimali daha yüksek.

 

medyasafak.com

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu