DÜNYAİranSon Dakika

İMAM (r.a.) GERÇEK SÜNNİYDİ…

Ümmetin yapay ayrılıklar gündeme getirilerek bin bir parçaya bölündüğü bir çağda varlığı ile hakka gönül verenlerin sığınağı olan İmam (r.a.), kalbi sökülmüş olan ümmeti sözleriyle yeniden diriltip damarlarına izzeti ve şerefi zerk ederek hakla batılı karıştıranların aksine bu iki düşmanı zihinlerde yerli yerine oturtmuş ve hakkın batıldan ayrılmasını ve uzaklaşmasını sağlamıştır. Nuru ile karanlığa karşı açtığı savaşta zaferi ta ilk attığı adımda garantileyen İmam’ın (r.a.) ortaya çıkışı, zulmün ve zalimlerin türlü oyunlarla ve desiselerle sağlamlaştırdıkları kalelerinin surlarını yıkmış, hakkın halka ulaşmasını engelleyen kalın duvarlarda gedikler açmış, gecede yaşamayı kader zannedenlere gündüzün varlığını ispatlamıştır.

Tıpkı Ceddi (s.a.a.) gibi her sözü ummanlar kadar derin olan ve yüce bir hakikati taşıyan İmam (r.a.), bütün yaşantısıyla göstermiştir ki kendi nefsinden hiç konuşmamış, sözlerinin menşei hep ilahi hükümler ve hakikatler olmuştur. Bu yüzden attığı her adım aslında O’na (r.a.) ait olmamış Allah’a (c.c.) ait olmuştur (Enfal 17). Hal böyle olunca da kalpleri elinde bulunduran Allah (c.c.), bu kalpleri İmam’a (r.a.) yönlendirmiş ve İmam (r.a.) önce yüreklerde ve zihinlerde inkılap gerçekleştirip zulmü tahtından indirmiş, sonra yeryüzünü gerçekleştirdiği İnkılap ile nura boğmuştur.

Elbette ki bu durum hak ve hakikat düşmanlarının yeni planlar yapmasına, yeni tezgahlar kurup yeni tiyatrolar sergilemesine neden olmuştur. Zira İmam’ın (r.a.) varlığı bu tiplerin yok oluşunun ayak sesi haline gelmiştir. İnkılap süreci de dahil meydanda bulunduğu her an, küfrün ve zulmün bir oyununu bozan İmam’ın (r.a.) mesajının halklara ulaşmasını engellemek için İnkılabın hemen çevresindeki ülkelerde darbeler ve işgaller tezgahlayan zalimler, bununla da yetinmeyip İmam’ın (r.a.) Öz Muhammedi İslam’ı ihya ve yayma gayretini boşa çıkarmak için milyar dolarlar harcayarak ve gelecek yılları da hesaba katarak Amerikancı İslam’ı piyasaya sürmüşler, bugün şerrinden ümmetin çokça çektiği İngiliz şiiliğini ve amerikan sünniliğini allayıp, pullayıp süsleyerek halklara sunmuşlardır. Vahhabi-selefi mantığı, İngiliz şiiliğinin varlığına bağlı olarak ümmetin içine bir virüs gibi sokan bu zalimler, yetiştirdikleri süfyan ile özellikle son dönemlerde ektikleri tohumun meyvelerini derme telaşına girmişlerdir.

İşin ilginç yanı İslam İnkılabından önce şii(!) olan Şah’ın elini hem sünni(!) vahhabi olan Suud kralı öperken hem de bugün İngiliz şiiliğinin temsilciliğini yapanlarla aynı zihniyette olanlar öpmüşlerdir. Hatta bunlar biraz daha ileri giderek Şah’ın karısının elini öpmüştür. Gerçi Suudlar da köçek gibi Şah’ın karşısında göbek atıp oynamışlardır. Velhasıl zamanında siyonist Şah’a yalakalık yapmak için her türlü zelilliği sergileyen iki akım, bugün yine siyonistlere şirin görünmek için ümmeti ayrıştırmaya ve İnkılaba düşmanlığa devam etmektedirler. Yani bu kardeşlerin kavgaları(!) dostluklarından ileri gelmektedir.

İmam’ın (r.a.) irtihalinin 27. senesinde O’nun (r.a.) hizmetlerinden bahsedip tanınmasına katkı sunmak istediğimiz bu yazımızda işte özellikle son yıllarda O’nun (r.a.) vahdeti için ömrünü adadığı ümmeti bölüp tekrar zillet kuyusuna atmak isteyen ve ümmetin bir parçası gibi görünerek nifaklarını gizlemeye çalışan bu hain kardeşlerin(!) mantığını çürütmeyi, tefrika yükledikleri kavramların aslının İmam (r.a.) tarafından bi-fiil nasıl izah ve tatbik edildiğini sizlere sunmayı görev bilmekteyiz. Çünkü İmam (r.a.), hakikati anlaşılıp kavrandığında ümmetin bugünkü bütün sorunlarının ortadan kalkmasına vesile olacak yegane şahsiyettir. İmam (r.a.) Allah (c.c.) tarafından ümmete sunulmuş olan kurtuluş reçetesidir. Allah’ın (c.c.) kendinden olan ruhudur ki O’nunla (r.a.) ümmeti desteklemiştir. Ve İmam (r.a.), bugünlerde bize önderlik etmeye layık olan tek şahsın yetiştiği mekteptir. Biraderidir.

İmam (r.a.) gerçek sünnidir. Sünneti ihya eden, onu canlandıran ve hayata hakim kılandır İmam (r.a.). Sünniyim diye ortalarda dolaşıp saray kapılarında ekmek kuyruğuna girenlerin, “zalim de olsa devlet başkanına itaati farz” görenlerin aksine Resulullah’ın (s.a.a.) fiillerini ve sözlerini gerçekten kavrayarak onları hayatının her aşamasında uygulayan, Resulullah’ın (s.a.a.) metodunu yeniden gündeme getirip o metod ile Resulullah’ın (s.a.a.) en büyük ve önemli sünneti olan İslam Devleti’ni kuran, Resulullah’ın (s.a.a.) tebliğ ettiği Kur’an ile o devleti yöneten, kendisini taşlasalar dahi “onlar bilmiyorlar ya Rabbi” diyerek halka gönül koymayan ve halkı her daim el üstünde tutan Resulullah (s.a.a.) gibi halkına, ümmete ve mazlumlara her daim şefkatli ve merhametli yaklaşan ve onları sahiplenen, “şeytanın dostlarıyla savaşan” Resulullah (s.a.a.) gibi çağının şeytanlarıyla ve dostlarıyla savaşan ve onlara karşı şiddetli ve onurlu olan gerçek sünnidir İmam (r.a.).

Süreyya yıldızına çıkacağı Resulullah (s.a.a.) tarafından bildirilen dini yine O’nun (s.a.a.) tarafından yeryüzüne indirecek kişi olarak tarif edilen ve varlığıyla Resulullah’ın (s.a.a.) varlığını hatırlatan İmam (r.a.), halka Resulullah’ın (s.a.a.) çektiği acıları hatırlatıp bunu da zulme isyan etmemeleri ve var olan durumlarına şükretmeleri için yaptıktan sonra saray yavrusu evlerinde tefekküre(!) çekilenlerin aksine, yaşantısıyla da Resulullah’ın (s.a.a.) sünnetini ihya eden İmam (r.a.), tıpkı Ceddi (s.a.a.) gibi en sevdiklerini hak yolunda feda ederek ve dünyalıklara sırtını dönerek Allah’ın (c.c.) rızasına olan aşkını ortaya koymuştur. Resulullah (s.a.a.) döneminde tek olan ümmeti, yeniden bir araya getirmek için vahdet silahını kuşanan ve bu silah ile tefrika tellallarının siperlerini darmadağın eden İmam (r.a.) bu haliyle de gerçek bir sünnet ehli olduğunu ispatlamıştır.

Aynı şekilde İmam (r.a.) gerçek bir şiidir de. Zaten şii- sünni kavramları asıl manalarını İmam (r.a.) ile bulmuş ve İmam’ın (r.a.) İnkılabı ile gerçek mahiyetlerine kavuşmuşlardır. İmam’ın (r.a.) İnkılabı ile uygulanma ve hayata geçme imkanına sahip olan bu iki kavram, İmam’ın (r.a.) şahsında birleşip kesretten vahdete geçiş yapabilmiştir. Şahları şii kabul edip, güya düşman oldukları sünni versiyonları gibi saray kapılarının kulları olanların aksine İmam (r.a.) Resulullah’ın (s.a.a.) ve Ehl-i beyt’in (a.s.) yolundan giderek Onların (a.s.) düşmanlarına düşman olmuş, dostlarına ise dost olmuştur ki Onların (a.s.) bütün düşmanları hep saray sahipleri olmuştur. Bütün ömürlerini ümmetin vahdeti uğruna ümmetin düşmanlarıyla savaşmaya ayırmış olan Ehl-i beyt’in (a.s.) şiası olarak İmam (r.a.), ümmet arasındaki bütün tefrika nedenlerini yok saymış, vahdet için bütün ömrünü adamış, bu yüzden de tıpkı Ehl-i Beyt (a.s.) gibi, zalimlerin sünnileri ve gayri İslami rejimlerin şiileri tarafından düşman bilinmiştir.

İmam (r.a.) İnsan-ı Kamil olduğu için gerçek sünnilik ve gerçek şiilik İmam’da (r.a.) tezahür etmiş, böylece ümmet bilinci yeşereceği verimli bir toprak bulmuştur. Tahrif edilmiş hakikatlerin, hakikatlerini varlığı ile ümmete öğreten İmam (r.a.), gerçekleştirdiği devrim ile vahdet mektebini kurarak, tefrika okulunda zillet tedrisinde bulunan halkları uyandırmıştır.Öyle bir etki bırakmıştır ki yeryüzünde, kıştan sonra gelen bahar gibi kurumuş sanılan birçok ağaç yeniden yeşermiş, bir çok çiçek tekrar yeryüzünde açılabilmiştir. Mazlumiyet kavramını izah ederken hiçbir dini, mezhebi, dili, ırkı umursamayan İmam (r.a.), ümmet kavramını vahdet kitabıyla tanıtmış, tanımlamış ve bizlere sunmuştur ki başka herhangi bir tanımlamayla ümmet kavramı hecelerine bölünmesin ve ayrışmasın.

Ve İmam (r.a.) hakka yürümeden önce bize kendisi gibi hem gerçek sünni hem de gerçek şii olan biraderini bırakmıştır ki bu mektep öğretmensiz kalmasın, rehbersiz yola çıkmasın bu kervan. Kıyıda köşede bekleyen leş kargalarının, kurtların, vahşi canavarların hevesleri kursaklarında kalsın, bir vücudun azaları gibi olan ümmetten parça koparmak için çırpınan organ tacirlerinin ümitleri kırılsın ve yeni sıffinler, nahrevanlar devrinde zülfikar Ali’nin elinde olsun diye yerine bırakmıştır biraderini.

Öyleyse şiisiyle sünnisiyle ümmet olma derdinde olanların önce İmam’ı (r.a.) anlamaları, sonra Rehbere itaatleri farzdır üzerlerine. Aksi takdirde ne şii, şiidir, ne sünni, sünni. Ve bu hakikat gereği bizler de İmam’ın (r.a.) mektebinin şiileri ve sünnileri olarak İmam’a (r.a.) verdiğimiz sözümüzde duracağımızı ve İmam’ın (r.a.) emanetini sahiplenip yalnız bırakmayacağımızı Onunla (r.a.) ayrılığımızın üzerinden geçen 27. yılında da tekrar ediyoruz. Ümmet olarak birleşecek ellerimiz ve vahdet mektebinde tedris edeceğiz hakikati. Farklı sınıflarda okuyan aynı mektebin öğrencileri olarak dolduracağız sıraları. Yolumuz belli çünkü Rehberimiz belli…

siyasetmektebi.com

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu