HABERLERİNSAN HAKLARIKüçük ManşetlerMEDYA ANALİZTÜRKİYE

“İŞÇİSİN SEN İŞÇİ KAL”,”SEMİRMEK BENİM HAKKIM”…(SOMA’DA YİTİRDİĞİMİZ CANLARA İTHAFEN)

Simitçilikten(!) terfi edip dünyanın sayılı zenginleri arasına giren yurttaşlara sahip kapitalist ülkelerde, simite muhtaç yurttaşların sayısı rakamlarla ifade edilerek vehametin büyüklüğünün kamufle edilmesi, kişi başına düşen milli(!) gelirin zengin ile fakirin gelirlerinin toplamının ikiye bölünerek hesaplanıp yüksek gösterilmesi, işçi haklarını işveren zalimlerin belirlemesi doğal olduğu gibi, varlıkları sadece verdikleri hizmet kadar değer taşıyan vatandaşların kayıplarının umursanmaması da doğaldır.

Her icraatlerini uydurdukları rakamlarla şişirerek halkın gözüne sokan süfyanilerin, mecburen köleliği kabul etmiş işçilerin kazalarda hayatlarını kaybetmeleriyle alakadar olmayıp “sayılara takılmayın” deme cüretini göstermeleri, iktidara sahip oldukları memleketlerde halkın can ve mal güvenliğinin de her daim tehlikede olduğunun ispatıdır. Kağıt üzerindeki sayılardan ve rakamlardan ibaret gördükleri halkların, ne hisleri ile ne düşünceleri, inançları veya değerleri ile ilgilenmeyen süfyaniler için 80 milyon rakamından 300 rakamının çıkarılması pek bir şey ifade etmeyecektir.

Kendi uçakları ile kendi vatandaşlarını bombalarken, “hiçbir şey hissetmediğini” söyleyen geçmişten yadigar pilotları gibi, 34 genci öldürdükten sonra “kaçınılmaz hata” yaptıklarını belirtip olayın üzerini kapatan, komşu İslam ülkesine bilfiil savaş açmak için kendi vatandaşlarının içinde iki bomba patlatıp onca ölüme neden olan, yetmezmiş gibi kendi uçaklarını yine aynı sebepten dolayı düşüren, hepsinden daha feci olarak da tezgahladıkları danışıklı döğüşle memleketlerinin bir bölümünde 50 binden fazla gencin ölümüne sebep olan süfyaniler açısından insan hayatının veya onurunun hiçbir anlamı yoktur.

Yeryüzünün bütün coğrafyalarında insanlığa ve insani değerlere karşı savaş açmış olan büyük şeytanın, planlarının uygulayıcısı olduklarını göğüslerini gere gere açıklayan süfyaniler, büyük şeytanın askerlerine duacı oldukları halde kendi vatandaşlarına hakareti, aşağılamayı ve tahkiri reva görmekten çekinmezler. Çünkü varlık sebepleri büyük şeytandır ve onun zayıflaması kendi saltanatlarının da zayıflaması demektir. Ne akan kan, ne de dökülen gözyaşlarının bu süfyaniler için bir kıymeti yoktur. Saltanatları devam ettiği sürece kaç kişinin canının yandığıyla ilgilenmezler. Canlarının sağ olması için canların yok edilmesi aksine bunları mutlu eder.

İşgal ettikleri devlet idaresi sayesinde, peşkeş çektikleri halkın gelirleri vasıtasıyla, kendi yarattıkları zenginlerin eliyle sömürü düzenini canlı tutan süfyaniler, bu zengin alnı secde(!) görmüş ama aynı zamanda kalpleri her türlü günaha ve pisliğe kucak açmış kapitalistlerin insafına bıraktıkları halkı, bir ömür en iyi ihtimalle karın tokluğuna çalışmaya mecbur bırakırken, çalışma koşulları ile zerre miskal alakadar olmamakta ve hayatlarını pamuk ipliğine bağlamak zorunda kalan halkın, yaşanan kazalar (!) sonucunda hayatını kaybetmesini, ya işin “doğal sonucu” olarak, ya da “ilahi kaza ve kader “olarak açıklayarak amiyane tabirle nifağın ve yırtıklığın dibine vurmaktadırlar.

Tıpkı zulümde örnek aldıkları ataları gibi sömürdükleri ülkelerdeki, bütün yer altı ve yer üstü kaynaklarını tekellerine alan ve o memleketlerin halklarını suni gündemlerle meşgul eden, icad ettikleri ayrılıklarla birbirine düşman eden ve tahrif ettikleri din ile uyuşturan süfyaniler, aynı halkları kendi topraklarında çalışan işçilere, efendi iken köleye, hanımken halayıka çevirmeyi büyük bir “usta”lıkla başarmışlardır. Bundan da ötesi, bu halklar köleliği benimser, daha kötüsünden korkup var olan kötüye övgüler dizer hale gelmiştir. Bu tür suskunluktan yararlanan süfyaniler, adeta gemi azıya almış ve işleyemeyecekleri cürüm olmadığını fiiliyatları ile ortaya koymuşlardır.

“Kulları” olarak gördükleri halkı, eğer kendi istekleri doğrultusunda hareket etmezlerse, yok etmekten dahi çekinmeyecek kadar vahşileşen süfyaniler, yeri geldiğinde yukarıda bahsettiğimiz gibi kendi halklarını cezalandırmaktan, korkutmaktan ve birbirine düşürmekten de çekinmemekte, bu şekilde adeta sirkte gösteri yapacak hayvanları terbiye edenler gibi halkı terbiye etmeye çalışmaktadırlar. Kimi zaman kırbaçla, kimi zaman ağızlara sürülen balla terbiye etmeye çalıştıkları halkı, hedefleri doğrultusunda ateşten çemberlerden geçmeye zorlamak bu süfyaniler için sorun teşkil etmemektedir.

Bu satırlar Manisa’nın Soma ilçesinde bir maden ocağında çıkan yangında mahsur kalan 300 işçinin süfyaniler için ne anlama geldiğini anlatmak üzere kaleme alınmıştır. Siyonist mahfillerin hipnoz aracı olan medya organlarının, olayı çarpıtmak ve üzerini kapatmak için olanca güçleri ile çalıştıkları şu sıralarda bile en az 20 işçimizin vefat ettiği, 300 den fazla işçi kardeşimizin toprak altında yangından dolayı mahsur kaldığı belirtilmektedir. Alınterleri ile çoluk çocuklarına helal lokma yedirme derdinde olan işçi kardeşlerimizin başına gelen bu musibet kadar, bu işçi kardeşlerimizin ve tüm vatandaşlarımızın idaresini ellerinde tutan süfyanilerin, olaya yaklaşımlarındaki lakaytsızlıkları ve olayı örtbas edişleri de gerçekten vahimdir.

Kaç işçinin dahi mahsur kaldığını açıklamayan ve bunun yerine “rakamlara takılmayın” diyerek, insan hayatına verdikleri değeri ortaya koyan süfyaniler, olay yerinden sağlıklı haber alınmasını dahi önlemekte, saniyelerin bile önemli olduğu anlarda, başka şehirlerden yetkililerin(!) gelmesini beklediklerini ifade etmektedirler. Neredeyse “niye bu kadar abartıyorsunuz” deme cüretini gösterecek olan süfyaniler, sadece ramazanda oruç tuttukları hissini vermek için ziyaret(!) ettikleri maden işçilerini, aynı madenlere gömmekten de gocunmayacaklardır.

Kendi tertipledikleri danışıklı döğüşlerde ölen gençlere yönelik “kelle” tabirini kullanan, “askerlik yan gelip yatma yeri değil” diyerek kendileri için başkalarının çocuklarının ölmesinin gerekliliği üzerine saatlerce konuşma becerisine sahip olduklarını ispatlayan, halklarına karşı en sıcak yaklaşımlarını “ananı da al git” cümlesiyle özetleyen süfyaniler için halkın değil kendilerinin hayatlarının değerinden söz edilebilir ve bu hayatların dışındaki hayatların hayati bir önemi yoktur. Çıkarları tehlikeye düştüğünde ortalığı velveleye veren süfyaniler, halkın başına gelen musibetlerde ne hikmetse soğuk kanlılık abidesi olmakta, hiç acele etmeyip iyice düşünmekte(!), aldıkları kararları sakince uygulamaktadırlar. Çünkü acele işe şeytan karışacaktır. Ve o şeytan halk için neden bu kadar çaba sarfettiklerini, halka neden değer verdiklerini sorgulayacaktır. Şeytana hesap vermekten korkan süfyanilerin, halkın başına gelen musibetlerde ağır davranmalarının nedeni budur.

800 lirayı iyi para olarak nitelendiren süfyaniler için, o 800 liraya ulaşan halkın kendilerine minnet duyması gerekirken, kollarındaki 700 bin liralık saat onların helal malıdır ve kendi çabaları ile almışlardır. Otobüs bileti dahi alamayan halkın karşısına geçip, “yat, artık lüks değil” diyebilecek kadar alçalabilen ve esfele safilinin sınırının olmadığını bizlere ispatlayan süfyaniler, işçinin işçi kalması gerektiğini düşünmekte, bunun aksi bir fikrin dünyanın dengesini değiştireceği için tehlikeli olduğunu tavır ve davranışları ile vurgulamaktadırlar. Bu yüzden işçiler özelinde bütün halka, semirmenin sadece kendi hakları olduğu, kendilerine verilenle yetinmeleri gerektiği ve zaten devleti idare etmekten anlamayacakları fikriyatını empoze etmektedirler.

Bu mantıktaki süfyaniler, halkın yararına olacak herhangi bir düzenlemeyi, bunun için mesai(!) harcamayı ve çaba sarfetmeyi kendileri için zül bilirler. İş güvenliği gibi işçinin veya halkın güvenliği için önlem almak halkın ve işçinin kendilerini değerli hissetmelerine belki de vesile olacağından bunun yanından bile geçmezler. Bu önlemler bir de kendi sistemlerinin temel direği siyonist sermayeye yük bindirecekse, anılmasından bile haz etmezler. Böylelikle modern çağın en ilkel hayata mahkum köleleri gibi çalıştırdıkları işçilerin Soma’daki katliam benzeri kazalarla(!) karşı karşıya gelmelerine neden olur, bu olaylarda bu tür vakaların bir daha yaşanmaması için tedbirler almayı düşüneceklerine, tıpkı şuan da olduğu gibi halkı yanlış bilgilerle yönlendirerek olayın üzerini kapatmayı ve unutulmasını sağlamayı tercih ederler.

Aç kurtların ve vahşi canavarların, diğer canlıların yaşam hakkına saygı duymalarını beklemek abesle iştigal etmek olacaktır. Bu vahşilerin idareci oldukları beldelerde yaşayan koyunlara acımalarını ummak ise aşırı hayalperestlik demektir. Bunların dilinden konuşmak ve artık avcı haline gelmek gerekmektedir. Hakkın bize sunulmasını, hakkımızı çalandan, canımıza, namusumuza, imanımıza göz dikenden beklemektense, bize ait olanı kendi gücümüzle talep etmeyi öğrenmeliyiz. Çaresizlik bataklığından kurtulup, yeryüzünün halifesi kimliğine bürünmenin zamanı gelmiştir. Sıra sıra ölümü beklemektense, topluca kıyam edip bize kıyanlardan kurtulma bilincine ulaşmak için fıtratımıza dönmeli, tarihimizi bilmeliyiz. Aksi takdirde nice canlarımız toprak altında ateşlere atılacaklar ve canımız yanacaktır.

siyasetmektebi.com

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Kalemine sağlık.her ibarenin altına imzamı atarım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu