DÜNYAKüçük ManşetlerTÜRKİYE

ŞAMATACILAR VE TEKNİKLERİ…

Şamatacılık veya başka bir adla tantanacılık, hırsızların sokak ortasında herkesin gözü önünde uyguladıkları ve çoğu zaman işe yarayan metodlarındandır. Bu yöntemin uygulanışı şöyledir; siz sokak ortasında yürürken bir anda çevrenizde iki veya daha fazla kişi birbiriyle kavgaya tutuşur ve siz o kavganın ortasında kalırsınız. Biraz da iyi niyetliyseniz o kavgayı ayırmak istersiniz. Siz bu kavga gürültüyle uğraşırken bir el cebinize uzanır ve siz farketmeden cüzdanınızı alır. Bir anda şamata biter ve etrafınızda kavgaya tutuşanların her biri başka bir yöne doğru kaçışmaya başlar. Ne olduğunu dahi anlamadan bir de bakarsınız ki size ait ne varsa çalmışlar ve siz iyi niyetinizin ve şaşkınlığınızın kurbanı olmuşsunuz.

İşte çalıp çırpma işlerinde rüşdlerini ispatlayıp işlerini dünya çapına yaymış olan süfyanilerin de biraz daha detaylı olarak başvurdukları yöntem şamatacılığın ta kendisidir. Halk olarak derdimizle uğraşırken ve gayri safi milli hasıladan payımıza düşen on küsür bin doların nerede olduğunu merak edip köşe bucak onu ararken, bir anda çevremizi saran süfyanilerin çıkardığı tantananın ortasında kalmakta, ne olup bittiğine anlam vermeye çalışırken elimizde avucumuzda olanı da yitirmekteyiz. Kendimize ait gecekondumuz dahi yokken ve aniden yerden biten ve bilmem kaç bin odalı olduğu sistematik olarak bizlere duyurulan sarayların neden yapıldığına tam akıl yoracakken ve belki de vicdanımız uykudan uyanıp gözlerini ovuşturacakken, Küba’da cami yapılması ve Amerikanın keşfi mevzuları ile etrafımızın sarılması sonucu afallamakta ve çalınanı almak şurda dursun var olanı çaldırmaktayız.

Biz bu şamatacıların sistemleştirdiği zulümle uğraşmaktan bitap düşmüşken, bir de üstüne kavgalarına(!) şahit olunca zihnimiz toparlanacak vakti bulamamakta, doğru kararlar verip hakkı teşhis etmekte zorlanmaktadır. Vatan, millet aşkımızı kendi aralarında bir top gibi birbirlerine atarak bizleri bir o yana bir bu yana meylettiren süfyanilerin bahsettiğimiz rüşdleri işte bu noktada ispat olmaktadır. Zira bireysel olarak veya en fazla üç beş kişi olarak şamatacılık yapanların çalıp çırptıklarını sesleri kesildiği anda farkedebilirken, sistemin şamatacılığını bir ömür farkedememe ihtimalimiz bulunmaktadır. Çünkü zihnimizi ve ruhumuzu saran sesler hiçbir zaman susmamakta ve salim aklın harekete geçeceği ortamın oluşması engellenmektedir.

Her işlerini böyle şamatayla halleden ve bu şamatayı halkı susturmak için gerçekten “usta”ca kullanan süfyaniler, “siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” dediklerinin ticareti de iyi bildiklerinden emin olmak için onlarla ticari ilişkilerini geliştirirken, “teröristbaşı” dediklerini “aileden biri” olarak takdim ederken, yine aynı şahısla görüşenin “şerefsiz” olduğunu beyandan “onu itibarsız hale getirenlere kızma haline” terfi ederken, Resulullah’ın (sa.a.)birkaç hurma ile karnını doyurduğunu anlattıktan sonra birkaç bin korumayla bir kaç yüzlük son model araç konvoyuyla birkaç katrilyonluk saraylarına geçerken, ikindi namazını müteakip Theodor Herzl’in mezarında saygı duruşunu huşu ile ifa ederken, “ya Allah, Bismillah” diyerek “Amerikan askerlerinin evlerine sağ salim dönmeleri için duacı” olduklarını belirten yazıyı kaleme alırken halkın belli bir süre uyanmasını engellemeyi başarmışlar ve şamatacılık tarihine altın harflerle yazılmışlardır. Tüm bunları yaparken kendi zıtları gibi görünenlerin göstermelik sataşmaları da ortalığın iyice birbirine karışmasına ve halkın hak ve batılı ayırt etmesinin engellenmesine hizmet etmiştir.

Küfre bağılılığın verdiği öyle bir özgüven vardır ki bu şamatacılarda, bağırarak söyledikleri her şeyi hak olarak halkın algılamasını “delikanlılık” algısı oluşturarak sağlamışlardır. Öyle ki halkın bir kesimi bunların ağzından işittikleri küfürleri dahi “yiğitlik” olarak telakki etmekten kurtulamamıştır. Bunca bağırış çağırıştan etkilenmeyenlerin ise çevrede oluşan onca sis ve duman arasında elle tutulur ne gibi bir hizmet üretildiğine dair soruları ise o şamatanın hakim olduğu ortamda duyulmamaktadır. Ve hizmet varsa bile kime hizmet edilmiştir sorusu hala yanıtsız kalmaktadır.

Şehid Mutahhari (r.a.) “İslam ve Değişim” kitabında tam da bu konuyla ilgili bir örnek sunmaktadır. Şimdi şehid Mutahhari’nin (r.a.) dilinden hikayeyi aktaralım “Bir zamanlar adamın biri hastalanmış ve herkes bu hastalığı tedavi edebilecek bir doktorun adresini veriyordu. Bu esnada hastanın yanında hazır bulunanlardan biri: ‘ben öyle bir doktor tanıyorum ki o tüm ömrüm boyunca görmüş olduğum en iyi doktordur’ dedi. Orada bulunanlar: ‘nasıl oluyor bu?’ dediklerinde adam şöyle dedi: ‘bir zamanlar birisi hastalığa yakalanmıştı ve uzun zamandan beri hasta yatağında yatıyordu. Birinci sınıf tüm doktorlar geldiler, komisyon oluşturdular, reçeteler yazdılar değiştirdiler fakat adam bir türlü şifa bulmadı, yalnızca arasıra cüz’i bir iyileşme görülüyordu ama pek fazla devam etmiyordu. Nihayet adamın biri benim de tanıdım o doktoru tavsiye etti. Gidip onu getirdiler. O doktor gelir gelmez tam bir cesaretle ilk olarak şunu söyledi: Doktorlardan hiçbiri anlamamış, hepsi yanlı yapmışlardır. Hiç zaman kaybetmeden hemen hastayı hastaneye kaldırın ameliyat edilmesi lazım. Tam bir cesaretle hastayı hastaneye kaldırıp yatırdı. Bir saat sürmeden hastayı ameliyat edip karnını yardı’ diyerek sessizliğe daldı. Kısa bir süre sonra hazır bulunanlardan birisi: “peki şimdi hastanın durumu nasıldır?” diye sorunca adam: “hiç ne olacak öldü” dedi. Doktor tavsiyesini dinleyenler adama dönerek “peki senin yaptığın bütün bu övgü ve abartmalarının neticesi hastanın ölümü müydü? Sen bunun için mi bu kadar o sözde doktoru göklere çıkardın?” dediler.”

Hiçbir şey yapılmamasına alışan halkın, şamatacıların cesaretle ortaya atılıp ortalığı velveleye vermelerini hizmet zannetmeleri de işte bu hikayede ki sözde doktoru dünyanın en iyi doktoru sayan adamın hali gibidir. O kadar tesirine kapılırlar ki işin neticesinin veya kime nasıl hizmet ettiğinin önemi kalmaz. Ortaya atılan sözler ve o sözleri söyleyenlerin tavırları daha önemlidir çünkü. Biraz vicdanı kalmışlarına işlerin devamını ve sonucunu sorduğunuzda alacağınız cevap ”hiç”ten fazla olmayacaktır. Yiyecek ekmeği zor bulurken yapılan sarayın haşmetinden dem vuranlara o sarayla birlikte elinize ne geçti diye sorarsanız cevap ”hiç” olacaktır. Kılınan namazla süfyanilerin adeta miraca çıktıklarını zannedenlere Allah’ın (c.c.) hangi kanunu ile hükmedildiğini sorduğunuzda alacağınız cevap ta ”hiç” olacaktır. Kişi başına düşen gelir 11 bin dolar olmuş diye göğsünü kabartarak yürüyenlere ”sizin geliriniz ne kadar” diye sorduğunuzda alacağınız cevap yine ‘hiç” olacaktır. Ve bu ”hiç”ler süfyanilerin tasallutunda kaldıkça ”hiç” bitmeyecektir.

Şamatacıların şamatalarının tek hedefi maddi zenginlikleri gasp etmek olsa halk eninde sonunda uyanacak ve hakkını koruyacaktır elbet. Fakat bu şamatacılar “emir komuta merkezlerinin papaz kıyafeti giyin” emrine dahi uyacaklarını belirtirken aslında ifade etmiş oldukları “şu an da imam kıyafeti giyme emri aldık onu giyiyoruz” hakikatini kullanarak halkın dinini ve imanını da sömürmekte ve vicdanları ellerine alıp haktan uzaklaştırmakta olduklarından, halkın uyanışı sancılı ve uzun sürmektedir. Bunlar din adına dine darbe vurarak batıla öyle hizmet etmektedirler ki batıl bunların önünde saygıyla eğilmektedir. Ataları olan Ben-i Ümeyye ile ilgili olarak İmam Ali’nin (a.s.) buyurduğu bir hadis durumu ne de güzel açıklamaktadır; ”Emeviler döneminde İslam, içinde maiyat (sıvı) bulunan ve ters yüz edilerek maiyatı dökülen ve geriye boş kalan bir kap misali olacaktır. Dinin bir kısım emir ve yasakları maiyat hükmünde, bir kısım emir ve yasakları ise kap hükmündedir. Bu kap gerekliyse maiyatı muhafaza için güzeldir. Kap olursa maiyat dökülmeyecektir. Ama maiyatı dökülen bir kabın da faydası yoktur.”

İçeriği boşaltılmış kuru bir amelden ibaret olan dinin İmam Ali’nin (a.s.) deyimiyle kimseye faydası yoktur. Nifağın yaymak istediği din boş kap misali olan dindir. İşte şamatacıların özellikle dine vurgu yapıp içeriğini boşaltma dertleri de bundan kaynaklanmaktadır. Onlar sarayları yeşile veya beyaza boyayan dinin temsilcileridir. Onlar mescid-i dırarların müteahhitleridirler. Dışları süslü içleri çürümüş ceset dolu mezarlıkların mezar kazıcısıdırlar. Onlar “hayır” diye şerri piyasaya sürenlerdir. Onlar başları örten ama ahlakı öldürenlerdir. Bunların ters çevirdiği kap artık şekilden ibarettir. Ve halk o ”kap”tan dökülmüş suyu aramaktan vazgeçerse o kabı da yere çalacak olan bunlardır. Bu yüzden şamatacılar tantanaya başlayıp ortalığı velveleye verdiklerinde önce imanımızı kontrol etmemiz sonra da dünyalıklarımıza bir göz atmamız zaruridir. Zira o sırada muhakkak birine el uzatmışlardır.

siyasetmektebi.com

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu