YAZI-YORUM

KÖPEK SAHİBİ VE “YÜREKLİ” İMAMIN HİKAYESİ…

Öğrencilik yıllarımızda bir kardeşimiz güzel bir hikaye anlatmıştı. Hikaye bir köyde geçiyordu ve çok büyük ve saldırgan bir köpeği olan bir köylünün, diğerlerini bu köpekle tehdit edişini konu ediniyordu. Bu köylü, tasmasını takıp dolaştırdığı köpeği ile köyde efeleniyor, kimse de onun karşısına çıkmaya cesaret edemiyordu. Köpek tam bir azman gibi sağına soluna hırlayarak bakıyor, sahibinin önünde onun kolluk kuvveti gibi hareket ediyordu. Sahibinin tek bir işaretiyle saldırmaya hazır bir şekilde kalın ve sert bir tonda havlıyor, köyü, o vahşi görüntüsüyle adeta esir ediyordu. Bu köpekten dolayı köylünün o köpeğin sahibine itiraza “yüreği” yetmiyordu. Başlarına herhangi bir iş gelmesin, köpek tarafından parçalanmasınlar diye mecburen köpek sahibiyle iyi geçinmeye çalışıyorlar, yaptığı her zulmün aslında bir hikmeti olduğunu düşünüp kendilerini avutuyorlardı.

Köpek sahibi yeri kimi zaman mahsullerine el koyuyor, kimi zaman kendi tarlalarında onları zorla çalıştırıyordu. Ama arada bir camiye gidip ön safta huşuyla namaz kılması, köylülerin aklını karıştırıyor hatta bir çoğunun öfkesini de dindiriyordu. Köpek sahibi bununla da yetinmiyor, köylüleri eğer kendisine itaat etmezlerse köyde namları kötüye çıkmışların kendilerine musallat olmalarıyla veya komşu köylerdeki “zalimlerin” “muhtemel” saldırılarıyla korkutuyor, köpeğinin ve kendisinin köy için ne kadar büyük bir nimet olduğunu köylüye anlatıyordu. Köylü de kötü namlılara veya diğer köydeki zalimlere hizmet edeceklerine, kendi içlerinden(!) çıkan ve kendileriyle beraber camiye, cumaya gelen birine itaat etmeyi daha makbul biliyorlardı. Her ne kadar köpek sahibinin köpeği kendilerini sürekli tehdit ediyor olsa da en azından dışarıya karşı da onları koruyordu. Gerçi son dönemlerde köpek sahibinin sırtlarına yüklediği yük çok ağırlaşmıştı ama hem köpeğin varlığı hem de iç ve dış öcülerin tehditi sebebiyle köylülerin sesi çıkmıyordu. Belki de bu şekilde kendilerini kandırıyorlardı.

Gel zaman, git zaman sonra köye yeni bir imam atandı. Bu imam öncekinden çok farklı konuşuyor, çok farklı konuları anlatıyordu. Önceki hoca, köpek sahibinin çevresinde dolanıp, ona itaat etmenin köylünün dünya ve ahiretine nasıl faydalı olacağını, var olana sabrın, şükrün, rızanın dinin temeli olduğunu, isyan etmenin insanı dinden çıkaracağını anlatıyor, “başınızda zalim biri de olsa itaat farzdır” diyerek köylünün öfkesini dindiriyordu. Ayrıca, köpek sahibinin köpeğinin yırtıcılığını sürekli ön plana çıkarıyor, insan hayatının zilletle bile olsa devam etmesi gerektiğini vurguluyordu. “Hem” diyordu, “bakın o da camiye geliyor, ya Allah, Bismillah diyor, secde ediyor. Hiç yakışık alır mı alnı secde gören birine isyan. O giderse köyün sarhoşları, ayyaşları başımıza musallat olur. Ne olmuş malınızdan bir miktarı alıyorsa, sizi kendine çalıştırıyorsa, tarlaları hep kendi üzerine yapıyorsa? Bakın köyün yolunu yaptı, çeşme yaptı, köyün itibarını arttırdı.”

Köylü bunları dinleyip itaat ediyor gibi dursa da içten içe o köy yollarını köpek sahibinin kendilerinden topladığı paranın bir kısmıyla yapıp kalanını cebe attığını, çeşmeyi de aynı yolla yaptıktan sonra yoldan geçenden de çeşmeden su içenden de para aldığını düşünerek öfkeleniyordu. Hem kendileri açken tok yatan köpek sahibinin kendi itibarlarını nasıl arttırdığını da bilemiyorlardı. Ayrıca bu önceki imamın, köpek sahibiyle sıkı fıkı ilişkilerini, köye geldiğinden beri elde ettiği sermayeyi gördükçe de ondan şüpheleniyorlardı. Kaldı ki o bahsi geçen sarhoş, berduş, ayyaş takımının köpek sahibiyle ağız dalaşına girmekten başka bir icraatları olmadığını, onların da bu düzenden gayet mutlu mesut olduklarını, köpek sahibi her sıkıştığında meydana çıkıp camiye, cemaate dil uzatarak onun elini güçlendirdiklerini görüyor ve bunun danışıklı döğüş olduğundan şüpheleniyorlardı. Çünkü köy halkı bunların sayesinde birbirine düşman oluyor, bir araya gelemiyordu ve bunlar bu durumdan keyif alıyorlardı.

İşte yeni imam, tüm bu düzeni eleştiriyor, dinin özünün kendini ilahlaştıranlara isyan olduğunu beyan ediyordu. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” diyerek sabrın mücadelede gösterilecek sebat olduğunu, şükrün mücadelede aşılacak her aşama için farz olduğunu, rızanın ise mücadele sonucunda elde edilecek her sonuç için elzem olduğunu anlatıyordu. Bu mücadelede ezen ve ezilen iki taraf olduğunu hangi din, dil, ırk veya mezhepten olursa olsun bütün ezilenlerin kardeş olduğunu, aynı şekilde hangi din, dil, ırk veya mezhepten olursa olsun bütün ezenlerin de birbirlerinin kardeşi olduğunu söylüyordu. Şerrin hiçbir şekilde Allah’tan c.c. sadır olmayacağını “başlarına gel her kötülüğün kendi elleriyle işlediklerinden dolayı başlarına geldiğini”, kaderin “kendi çabalarına bağlı kılındığını” izah ediyordu. “Nerede bir bolluk varsa hemen yanı başında çiğnenmiş bir hak olduğunu” ve “evinde yiyecek ekmeği bulunmayanları kılıçlarını kuşanıp meydana çıkmaları gerektiğini” vurguluyordu. “Kişinin imanının göstergesinin kıldığı namaz olmadığını, onun dinar ve dirhemle ilişkisine bakılması gerektiğini” de ısrarla öğütleyip köylüyü uyarıyordu.

Bu sözler köpek sahibinin kulağına gittikçe onu öfkelendiriyordu. Hatta köpek sahibinin düşmanı görünen sarhoş ayyaş takımı da bu öfkeye katılıyor, düzenlerine yönelik bu saldırıyı nasıl bertaraf edeceklerini görüşmek üzere bir araya geliyorlardı. Köpek sahibi “böyle ‘imam’ olur mu?” diyerek öfkesini dile getiriyor, imamın sadece dinle ilgilenmesi gerektiğini söyleyerek dinin sosyal hayattan uzak tutulması gerektiğine dair fikriyle o güya düşman olduğu sarhoş, ayyaş takımıyla aynı noktada buluşuyordu. Zaten saray yavrusu evinde her türlü ziyafeti verip, kurduğu işret meclisleriyle onlardan bir farkı olmadığını da ispat ediyordu.

Neyse çok uzatmayalım, bu imamın fikirleri köyde yayıldıkça mazlumların, mahrumların ve adalete aşık olanların gönülleri imama meyletmeye başlıyordu. Bu durum köpek sahibini ve sözde düşmanlarını iyiden iyiye çıldırtıyordu.

Köpek sahibi, sabrının tümden tükendiği bir gün köyde dolaşırken köy meydanında imamla karşılaştı. İmama sözlerle saldırıp onu susturamayınca ve aksine imamın “heyhat minezzilleh!” haykırışıyla saltanatının sarsıldığını fark edince hemen köpeğine işaret etti ve köpek tasması sahibinin elinde olduğu halde imama hırlamaya başladı. İmam bunun üzerine köpeğe bir adım daha yaklaştı. Köpek iyiden iyiye kudurmuştu. Zincirinin uzadığı mesafeye kadar ileri atıldı ve çok sert ve tok sesle havlamaya başladı. İmam, hiç korkmadan ve çekinmeden bir adım daha ilerledi.

Köylünün yüreği ağzına gelmişti. Köpeğin birazdan imamı parçalayacağını düşünüp titriyorlardı. Köpek sahibinin arkasına sığınmış sarhoş, ayyaş takımı ise bu temenni ile yanıp tutuşuyordu. Oysa imamda korkunun zerre belirtisi yoktu ve köpeğe bir adım daha yaklaşmıştı. Bu her adım köpeği daha fazla çileden çıkarıyor, zincirlerini ölesiye germesine sebep oluyordu. Köpek sahibi de köpeğini yüreklendiriyor ve azdırıyordu. İmam ile köpek arasındaki mesafe imamın sarsılmaz adımlarıyla bir metreye kadar düştüğünde köpek sahibi köpeğinin zincirini bırakıverdi. Köylülerin kimi gözlerini kapamış, kimi korkudan donmuş bir vaziyette bu sahneye şahit olmuşlardı. Köpek bütün öfkesi ve saldırganlığıyla serbestti. Ama İmamın duruşu değişmemişti ve bir dağ gibi yerinde duruyordu.

Derken ilginç bir şey oldu. Sahibi, zincirini bırakmış olan o azgın, saldırgan, hırlayan ve havlayan köpek bir anda kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp geri dönüp kaçmaya ve acı acı inlemeye başladı. Hem köpek sahibi, hem köylüler, hem de köpek sahibine düzenlerinin devam etmesi için ümit bağlamış olan sarhoş, ayyaş takımı şok olmuşlardı. Onlar köpeğin arkasından öylece bakıp dururken İmam, köylülere izzetle ölmenin, zilletle yaşamaktan evla olduğunu duruşuyla izah ediyor, onları zulme karşı direnmek için “yüreklendiriyordu”.

Hikaye burada bitiyordu. Sonunda ne mi oluyordu? Onu da tahmin etmeyi arkadaş bize bırakıvermişti…

kaynak: https://www.siyasetmektebi.com/kopek-sahibi-ve-yurekli-imamin-hikayesi/

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu